TİCARİLEŞME, uluslararası ilişkilerin yönteminde vazgeçilmez bir unsur haline geldi.
Ulus devletlerin, milli çıkarlarını koruyarak oluşturduğu karşılıklı çıkar ilişkisinin önemini yitirmesinde etken rol oynadı.
Yani, bir ülke ile müttefiklik söz konusuysa, o ülkenin ilişkisinin iyi olmadığı diğeriyle yakınlaşma veya ticari ortaklık kurmamaya özen gösterilirdi.
Çok değil, 1990’ların başında silah satışı yaparken dahi hangi bölgelerde kullanılacağına kadar sınırlamalar getirilirdi.
Ticaretin AVM kültürüne dönüşmesine benzer tarzda, bu alanda da yeni bir evreye geçildi; kimin kiminle, hangi nedenle daha çok kazanacağına odaklı politikalar öne çıktı.
Öteki ülke hassasiyetleri bir kenara bırakıldı.
ENDİŞELİ DURUM
Bunun en iyi örneği de tüm çıplaklığı ile Barış Harekâtı’nın 43. yıldönümünün dün kutlandığı KKTC’de yaşanıyor.
Hem de Başbakan Yıldırım’ın da dün Lefkoşa’daki tören konuşmasında altını çizdiği gibi “zamansız, tehlikeli ve çözümsüzlüğü teşvik eden”boyutta gerçekleşiyor.
Bu durumun farkında olduğunu, İsviçre Crans-Montana’da çözümsüzlükle sonuçlanan görüşmelerin aracısı BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide de şu sözlerle ortaya koydu:
“Doğalgaz aramalarında artan gerginlikten endişe duyuyorum ve bunun olumsuz olmamasını umuyorum...”
Kaygıların nedeni açık, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarında yapılan araştırmalardaki parsel sorunu...
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), daha öncekilerde de olduğu gibi Mısır ile yaptığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasını gerekçe gösterip 11 No’lu parselde sondaj çalışması başlattığını NAVTEX yayınlayarak duyurdu.