Bölge üzerine akademik çalışmada bulunanlara göre Ortadoğu’nun sorunu buzulların erimesiyle başladı.
Dünyanın mini soğuma veya ısınma dönemlerine göre de sorun yükseldi veya azaldı, ama hiç bitmedi.
Kimi zaman Vikingler, ardından Haçlı seferleri, bazen de akıncılar ve donanmalar hâkim olmanın yolunu denedi.
Satranç oyununu da alan hâkimiyetini sağlarken, ötekine taş kaptırmamak üzerine kurdu.
Ancak, 20 Ekim 1827’de müttefik donanma komutanı Amiral Codrington’un dostane görünerek girdiği Navarin Körfezi’nde Osmanlı donanmasına saldırmasından bu yana da dengesini bulamadı.
Nitekim İngiliz Parlamentosu’nun, Amiral Codrington’a, “Biz sana Osmanlı’yı korkut dedik, sen onu yok ederek Ruslara Akdeniz kapısını açtın, Fransa’yı da Akdeniz’de güçlendirdin” tepkisini koymasının nedeni de bundan dolayıydı.
Sonrası da malum...
Bazen ABD 1980’lerdeki gibi, “yeşil kuşak” yaratıp Rusya’yı engellemenin yolunu aradı, bazen de Rusya Irak, Suriye, Libya’daki Baas yönetimleriyle bölgedeki hâkimiyetini ve deniz gücünü göstermeyi başardı.
DENİZİN DİBİ
Doğu Akdeniz’in dinamikleri hep denizin dibinden, yani orada olduğu hep bilinen, plajlarına kadar yayılan hidrokarbon yataklardan geldi.
Dostluklar da ittifaklar da deniz dibine göre şekillendi.
Karşılıklı imzalanan münhasır ekonomik bölge anlaşmaları, petrol pazarlığı, doğalgaz arama faaliyetlerinin gerisinde de hidrokarbon hesabı vardı.
Hesabın ortasında da Doğu Akdeniz’in iki önemli ülkesi, Suriye ve Mısır...