İttifakların oluşumu, adayların kesinleşmesi ile birlikte yerel genel seçimin ana ekseni de belirlendi.
Şurası açık ki, birkaç büyükşehir ve iller bir kenara bırakılırsa, sandık sonucunu seçmenin ağırlıklı bölümünün yaşadığı megakentler ve onların hemen çevresindeki büyükşehirler belirleyecek.
Bu kentlerin neredeyse tamamında ittifaklar nedeniyle seçimin iki aday arasında geçmesi kesinleşti.
Dolayısıyla yerel genel seçimde sandıktan çıkmanın şartı %50+1’e yükseldi.
Oysa daha önceki seçimlerde güçlü partiler de aday çıkardığı için %40-45 bandında alınan oy seçimin kazanılması için yeterliydi.
Bırakın bu oranları, 1989’da patlama yaptığı ileri sürülen seçimde SHP’nin İstanbul adayı Nurettin Sözen’in aldığı oy oranı %33 idi…
Dolayısıyla bugün yerel genel seçim büyükşehirler açısından; Cumhurbaşkanlığı seçimine, %50+1 alanın seçimi kazanacağı matematiğe dönüştü.
İttifak dışında kalan diğer partilerin de adaylarının olabileceğinden söz edilebilir, ama unutulmasın ki bugün seçimin zemini diğer partilerin adaylarının isimlerinin dahi duyulmasının önüne geçiyor.
İTTİFAK MECBURİYETİ
Bu da ittifakları yeni bir mecburiyete itiyor.
Çünkü büyükşehirlerde eğer bir aday belediye başkanlığını kazanmayı hedefliyorsa ötekinin de oyunu alması gerekiyor.
Bunun yolu da ilçe belediye başkanlarının da bir o kadar dinamik olmasından geçiyor.
Bunu anlatabilmek için en iyi örnek Ankara…
Çankaya CHP’nin en güçlü olduğu bölgelerden biri…
Belediye Başkanı Alper Taşdelen de diğerlerinin aksine çatışmadan uzak duran hizmet odaklı belediyecilik anlayışıyla öteki parti seçmeninin de beğenisini topladı.
Bu bölgede adayı olmasına karşın eğer Mansur Yavaş ismine tepki oluşmuş olsa da fark etmeyecek, ilçede verilen oy mührü ister istemez büyükşehiri de sürükleyecek.
KEÇİÖREN ÖRNEĞİ
Ancak AK Parti açısından Çankaya neyse, CHP açısından da Keçiören, Polatlı, Gölbaşı için aynı şeyin söylenmesi o denli kolay değil…