NATO’nun dün sonra eren zirvesi, gerçekleştiği yer ve alınan
kararlar açısından önemli sonuçlar doğuracak.
Özellikle de NATO’nun ikinci büyük gücü Türkiye açısından ciddi
sıkıntıları da beraberinde getirecek.
Şöyle ki: Zirve, Doğu Bloku’nun simgesi pakta adını veren
Varşova’da yapıldı; hatta liderlerin akşam yemeği de 1991’de
dağılan Varşova Paktı’na imzaların atıldığı binada gerçekleşti.
Oysa çeyrek asır önce Soğuk Savaş’ın noktalandığının ilan edildiği
Roma Zirvesi’nde NATO yeni tehdit olarak terörizmi belirlemiş ve
varlığını da bunun üzerine bina etmeye başlamıştı.
Varşova Zirvesi’yle ise NATO eskiye döndü, Rus tehdidini önceliğine
aldı; zirvede ele alınan konular da bu zemin üzerinde yürüdü.
Karadeniz ve Baltık’ta NATO gücünün artırılmasından Gürcistan,
Ukrayna dolayısıyla Kırım sorununa, Suriye ve Irak’taki
gelişmelerden Türkiye’nin hava savunma sisteminin güçlendirilmesine
kadar her konu Rusya odaklı ele alındı.
Dolayısıyla çeyrek asır önce Avrupa’da terk edilen Soğuk Savaş’a
tekrar dönüldü.
KARADENİZ SORUNU
Bunun yaratacağı ağır yük istemese de Türkiye’nin omuzlarına
binecek.
Çünkü, Türkiye müttefikleri için de Montrö Antlaşması’nın
şartlarında esneme yapmadığı için Karadeniz’de Ruslar ile sorunsuz
yaşadı; terörden uyuşturucuyla mücadeleye kadar birçok alanda
ortaklık kurdu.
Hatta Karadeniz’de deniz kuvvetlerinin yarattığı bu işbirlikleri,
komşu ülkelerin “Türkler, Ruslarla birlikte Karadeniz’i ortak gölü
yaptı” yakınmalarına yol açtı.
Romanya’nın, ABD’nin desteğinde donanma kurma çabasının gerisinde
de bu rahatsızlık vardı.
Şimdi ise NATO Daimi Deniz Gücü ismiyle bir gücün sürekli
Karadeniz’de tutulması hedefleniyor; Türkiye’nin bugüne kadar
uyguladığı kuzey suları politikasına aykırılık içeriyor.