Uzandığım kanepeden doğruldum, okumakta olduğum Henri Troyat'ın neredeyse bin sayfayı bulan tuğla kalınlığındaki "Lev Tolstoy" biyografisini sehpaya bıraktım, pencereye doğru yürüdüm. Gecenin taş olsan da içine düşsen dibine ulaşamayacağın en derin zamanıydı. Her zaman ilk baktığım yere, pencereden görünen köprünün ayağına baktım. Hala köprüye tek tük araç girip çıkıyordu. Asya'dan Avrupa'ya, Avrupa'dan Asya'ya arabalar, arabaların içinde insanlar gidip geliyordu.