17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde İstanbul'da bir reklam ajansında çalışıyordum. İşyerimiz Levent'te, şimdi yerinde göğe yükselen bir plazanın bulunduğu üç katlı bir binadaydı. Artçılar oldukça ya masanın altına yatıyor ya da kapıya doğru deli danalar gibi koşuşturuyorduk. Korku o kadar dağları sarmıştı ki, geceleri yanında yatan eşi kıpırdayınca deprem oldu sanıp yataktan fırlayıp kapıya koşanları mı, deprem çantasını hazırlayıp başucuna koyanlar mı ararsınız herkes her türlü "yaratıcı" kurtuluş önlemine başvurmaktan geri durmuyordu. O sırada televizyonlara çıkan yerbilimcilerin söyledikleri hepimiz için kutsal kelam olmuş, sokakta rastlarsak eğer bu profesörlerin varıp elini öpmediğimiz kalmıştı. Hatta beli bükülmüş yorgun deprem uzmanı rahmetli Mete Işıkara'yı "deprem dede" sıfatıyla ailemizden biri saymış, yetmemiş işin erbabı kadınlar arasında yapılan bir anketle "en seksi erkek" unvanıyla taltif etmiştik.