Buradan duyulan, bir borudan çıkan geniş ve yaygın vapurun sesi, duymayanlar için İsrafil’in borusu sanki...
Akşam, Din Kültürü dersine çalışırken kızım İsrafil’in Surunu tarif etmeye kalkıştıydı. “Tuhaf bir ses çıkaran uzun ve garip boru” diye başlayınca, “uzun ve garip olduğunu gören yok ki kızım, başka bir şekilde tanımla” diye uyardım. “Mahşer gününün geldiğini haber veren...” diye başlayınca, işte şimdi doğru bir tanıma doğru gittiğini söyledim.
Sabahın bu saatleri mahşeri değil bu şehirde. Tam tersine Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle, “henüz sedefini kıramayan bir inciye benziyor” İstanbul bu vakitlerde.
Onun devrinde kadim bir eski zaman mahallesinde yaşıyor olsaydım eğer, bu saatte ilk duyacağım ses avludaki tulumbanın sesi olacaktı. Çırakların su taşıdığını duyacak, vitrinleri silmeye başlayacaklarını anlayacak, kitapçı akşam tıkıştırdığı kitapları dükkandan dışarı taşıyacak, kapının önündeki tezgaha kitapları yan yana ekmek somunları gibi dizecek, berber havluları çırparak asacak, saatçi saatleri ayarlayacak, kunduracı kunduraları silecek, manav çoktan bitirdiği kapı önü süslemesine son bir güzellik yapacak, kasalara biraz daha yeşil yaprak serpecekti.