ESKİ- DEN, çok eskiden, her sözü cıva gibi ağır, her kelimesi altına bedel, her kelamında bir hikmet gizli, ne yapacağını bilmez kararsızlara, yolunu yitirmişlere yol gösteren, kelamı her şeyin üstünde tutan, sözün kıymetine vâkıf, bunu karşısındakine de geçiren, yaraları, umarsızları sözle tedavi eden, kiminin bilge, kiminin derviş, kiminin anlatıcı, kiminin meddah, kiminin dengbéj dediği hikâye anlatıcıları vardı.
Çulu bir yere serer, bir divanhaneye diz kırar, bir meclise bağdaş kurar, bir yol üstü hanında, bir tekkede, bir kıraathanede, orada bulunanların gözlerinin içine bakarak, herkesi sessizliğe ve sükunete davet ederek anlatmaya başlarlardı hikâyelerini.
Şimdi size anlatacağım hikâye de, bu anlatıcılardan miras kalmadır bize.
Ben onlardan birisinden duymuştum.
Her Allah’ın günü siyaset konuştuğumuz bir dönemde; FETÖ’ydü, DAEŞ’ti, KCK’ydı, darbeydi, patlamaydı, operasyondu, ölümdü, gözyaşıydı, acıydı, felaketti... Bir bayram gününün mutlu havası içinde anlatırsam eğer size de iyi gelir diye düşündüm; ilk duyduğumda bana çok iyi gelmişti.
Hikâye şöyle...
*