Çocukluğumda; yolu olmayan, elektrik nedir görmemiş, çatılı tek binasının köyün okulu olduğu, insanların altı ahır üstü mesken yapılarda yaşadığı, içinde süt beyazı coşkun bir ırmak akan, asırlık ceviz ağaçlarının serin gölgelikler oluşturduğu, pirinç yetişen, toprağı az suyu bol, ağacı çok otu az köyümüzün dindar sakinleri, olur da kırk yılda bir, bir iki konak ötede bulunan şehir merkezine gittiklerinde, öğlen vaktinde minareden yükselen ezan sesini duyduklarında, ellerini alınlarında siper yapıp güneşe bakar, sonra da birbirlerine "nivroya mal búye?" (evde öğlen oldu mu?) diye sorar, ardından da birlikte içlerinde bir kuşkuyla...