“Fikir özgürlüğü” ne zaman aklımıza gelir?
“Fikrimiz yasaklanınca” dediğinizi duyar gibiyim.
Haklısınız.
Eğer devlet fikrimize ilişmezse, bizim fikir özgürlüğü gibi bir
derdimiz olmaz.
Varsın başkaları bizim fikrimizi yasaklasın. Misal babamız
konuşmamıza izin vermesin, örgütümüz kişisel fikrimizi ihanet
olarak görsün, patron bizi sustursun, partimiz resmi görüş beyan
etmeden konuşmamızı men etsin... Böylesi zamanlarda “fikir
özgürlüğü” hiçbirimizin aklına gelmez.
Bir tek devletin fikrimizi yasaklamaya hakkı yok!
Bu konuda hepimiz hemfikiriz.
Eğer gerçekten de orta yerde bir fikir varsa tabii... Yoksa, işte
orası zurnanın zırt dediği yerdir.
Ne yazık ki bizde süren kavganın, sadece adı “fikir
özgürlüğü”dür.
Çünkü rahmetli Mehmed Uzun’un deyimiyle, “deha, bir daha dönmemek
üzere iki bin yıl önce bu toprakları terk etti. Buralarda doğmuş
birisinin kayda değer” bir fikir ortaya atması, bir eser vücuda
getirmesi o kadar uzun zaman alıyor ki, o kadar güç ki...
O yüzden bizim yaptığımız bir kayıkçı kavgası...
Cemil Meriç, Osmanlı’da düşüncenin olmamasını kılıcın gücüne
bağlar. Kudretli mütefekkire göre, her işini kılıçla halleden
toplumun fikir adamına ihtiyacı yoktu.
Bu fikrin doğruluğunu yanlışlığını tartışabiliriz ama Cumhuriyet’le
birlikte kılıcı bıraktık, hasbelkader kaleme sarıldık. Rusları
yüzyıl geriden takip ettik, Avrupalılar ise önümüzde koşan
atlılardı. Biz yayan onlar süvari, yetişmek için var gücümüzle
koşmaya başladık.
Ulaşmak istediğimiz yerin adı “muasır medeniyet”ti.
Fakat kurtarıcılarımız daha ilk adımda, hedefe ulaşmak için güçlü
fikirlere yatırım yapmak yerine, dünyanın en gizemli örgütü olan
İttihat Terakki’yi kurmakla başladılar işe.
O örgütün kuruluşundan itibaren tam yüz yıl içinde yüzlerce örgüt
daha kuruldu bu memlekette. Ama aslında hepsi tek bir örgüttü.
Kendini feshedinceye kadar çözülemeyen TKP de, ne amaçla
kurulduğunu kurucusunun da çok iyi bilmediği PKK da, bugün çözmek
için bilgisayar programlarını çözmekle işe başladığımız FETÖ de...
Ve geride kalan daha yüzlercesi. Aslında hepsi kurulan o ilk
örgütün, yani İttihat Terakki’nin birer türeviydi.
Kayda değer tek bir fikir ortaya atmamış, tek bir esere imza
atmamış o münevverler, değme polisiye yazarları hayretler içinde
bırakan “gizli örgütler” kurmada oldukça mahirdiler.
Fikre yatırım yapacaklarına, örgütsel çıkarlarına yatırım yaptılar.
Kendi devletlerini “demokratikleştirmeye” çalışacaklarına, o
devleti yıkıp yerine kendi kafalarına uygun “daha totaliter”
yapılar kurmayı hayal ettiler.