Ömrünün büyük bir kısmını huzursuzluk içinde geçirmiş bu şehir
için hissettiğim şeyin adını ararken, ilk anda aklımda bu kelime
yoktu, çünkü huzur denilen şey, çok uzun yıllardan beri bu
şehrin sokaklarını bir yel gibi yalayıp gitmiş, sivri
doruğundan güneşin parlak ışıklarını birer mızrak başı gibi şehrin
kalbine doğru usul usul saplamakta olan Sümbül Dağı’nın ardına
gizlenmişti.
Şehir Ramazan'ın son gecesinden kalmaydı.
Akşamcıydı.
Trafiğe kapatılmış olan şehrin ana caddesinin sağlı sollu
kaldırımlarına akşamdan kurulmuş olan tezgahlarda satılan, yenilip
içilen cümle şeyin çöpü caddeye saçılmıştı.
Semaverciler semaverlerini, kuruyemişçiler tezgahlarını, seyyar
kebapçılar mangallarını topluyordu.
Belli ki gece uzun sürmüştü.
Onlar bayram sabahı için evlerinin yolunu tutarken ben de bütün
şehir ahalisinin birazdan doluşacağı büyük camide bayram namazına
gidiyordum.
Oysa gün ağaralı çok olmuştu.