Vakti zamanında Tanıl Bora'nın İletişim Yayınları için derlediği "Taşraya Bakmak" kitabının içinde büyük romancı Hasan Ali Toptaş'ın çocukluğunu, doğduğu kasabayı, kasabanın sinemacısı Şerif'i, seyyar kitapçısı Halit Ahmet Amca'yı, dedesini, başındaki yarayı, ilk okuduğu kitabı, çocukluğunun Yeşilçam kahramanlarını, kasabanın fırınını, eczanesini, lokantasını anlattığı "Taşranın da ötesinde" başlıklı denemesini okurken, benden birkaç yaş büyük olduğu halde kendimi kuşakdaş saydığım yazarın anlattıkları-yaşadıklarıyla benim anlatmak istediğim ve yaşadıklarımın ne kadar birbirine benzediğini, iyi edebiyatın nelere muktedir olduğunu bir kez daha görüp her defasında olduğu gibi tekrar şaşırdım. On beş sene önce kitap ilk çıktığında, kitabın içinde ilk okuduğum deneme oydu. On beş sene sonra tekrar okudum aynı denemeyi, neredeyse her satırı aklımdaydı. Sanki yazıyı on beş sene önce oturmuş, ben yazmış, kendi yaşadıklarımı anlatmıştım. (İyi edebiyat böyle bir şeydir zaten, sana "tam da yaşadıklarımı anlatmış, bunu ben de yazabilirim" hissini verir.)