Hayatımda bazı insanlar vardır, nereye çağırsalar, ne yapar eder kalkar giderim. İhsan Süreyya Sırma Hoca da o insanlardan biridir. Cumartesi sabah vakti telefon etti, “Muhsin, gelebiliyorsan, gelsene, sohbet ederiz biraz” dedi. “Gelsene” dediği yer Cağaloğlu Yokuşu’ndaki Beyan Yayınları’ydı, daha önce de bir iki kez orada buluşmuştuk.
Kötü demeye dilim varmıyor; hava yağmurluydu. (Sahi, yağışlı havalara neden “kötü” diyorlar dersiniz? Yağmur neden kötü olsun ki? Yağmur yağarken bir şemsiye altında sokaklarda yürümek ne büyük mutluluk!)
Tren, vapur derken ulaştım ulaşacağım yere. Cumartesi günleri İhsan Hoca burada dostlarıyla buluşur, Siirt ürünleriyle uzun kahvaltılar yapar, akşam saatlerine kadar sohbet eder onlarla.
İhsan Hoca’dan uzun uzun söz etmeme gerek yok; yaşayan en önemli İslam alimlerinden birisidir. Kısa sürede zenginleşince dünyevileşen dindarlardan değil, sırtını hâlâ Siirt işi hırka hırkayla ısıtır. Eğitimini Batı’da, Fransa’da tamamlamış ama körü körüne Batı hayranlığına kapılmış bir mütefekkir değil; gördüğü Batı eğitimiyle Doğu’yu -ki Doğu onun gibiler için İslam alemidir- çözümlemeye çalışmış. Bütün eserlerine iki dünyanın karşılaştırması damgasını vurmuş. Bu yüzden kendi “alemine” karşı kör gözüme parmağın toleranslı davranmaz, torpil geçmez ona yani, hataya hata der, kötüye kötü… Yani ne Müslümanlar pür pirüpak ne de Batılılar hepten kirli birer ahmaktır onun lügatinde… Asıl mesele her iki cenaha dair yapılacak olan tahlildir ve sonrasında da her iki tarafı anlama çabası zahmetine katlanmak… Batı dünyasının ulaştığı uygarlık seviyesiyle, ekonomik gelişmesiyle ayaklarına pranga olabilecek “izmlerden” kendini uzak tutması ve en önemlisi “milliyetçiliği” aşmış olması belki de onların en büyük başarısıdır. Ama İslam alemi öyle değil; “İslam dünyasının en büyük düşmanı milliyetçiliklerdir. Bu milliyetçilik dinin önüne geçmiştir. Eskiden din kardeşliği vardı. Şimdi o yok. Herkes ırkıyla konuşuyor, hâlbuki ırklar görecelidir,” diyerek bu konuya nasıl baktığını açıklar hoca.