Türkiye neden Irak Kürdistanı’na “Evet” diyor da Suriye
Kürtlerinin nefes almalarına bile izin vermiyor?
Suriye’ye yapılmakta olan “Fırat Kalkanı” harekâtı sonrasında en
çok sorulan soru bu.
Evet, Türkiye neden Irak Kürdistanı’nda kurulmuş olan federe
yapılanmayı kendisine yakın görüyor, neden Ortadoğu coğrafyasında
son yıllarda neredeyse en iyi müttefiklerinden birisi Irak
Kürdistan Bölgesel Yönetimi de, Suriye’de yeni yeni ortaya çıkmakta
olan “Kürt oluşumuna” mesafeli, hatta orada faaliyet göstermekte
olan PYD ve YPG’yi en az IŞİD kadar tehlikeli birer terör örgütü
olarak görüyor? İki bölge de Kürt bölgesi değil mi? Irak Kürtleri
ile Suriye Kürtleri arasında ne fark var?
***
Sorunun cevabına geçmeden önce şu tespiti yapmakta yarar var:
Türkiye, artık eskiden olduğu gibi bölgedeki Kürtleri kendisine
“düşman” olarak görmüyor. O eskidendi. Tam tersine, Kürtlerin de
diğer milletler gibi “hakları” olduğunu, meşruiyet çizgisi
dahilinde, demokratik yollarla bu haklarını dillendirmelerinin
meşruluğunu kabul ediyor ve tarihin bir döneminden bugüne bir
“mağduriyet” yaşadıklarını anlayıp, bu “mağduriyette” kendisine
düşen payı içselleştirip ona göre davranmak istiyor.
Türkiye’nin yeni paradigması bu!
***
Ancak kazın ayağı Türkiye’nin yeni paradigması gibi değil.
Türkiye, AK Parti iktidarı sayesinde bu “çizgiye” geldiğinde, bu
alanda öteden beri at koşturmakta olan bir güç, bu “çizginin”
çoktan ötesine geçmişti bile.
Bu çizginin öte yanı da Suriye’ydi.
***
Şimdi yazının başında sorduğumuz sorunun cevabına gelelim...
***
Irak Kürdistanı’nda rejime karşı silahlı mücadelenin yüz yıllık bir
tarihi var. Ölünceye kadar liderliğini efsanevi Mela Mustafa
Barzani yaptı ve oğlu Mesud Barzani liderliği babasından devraldı.
Yüz yıllık silahlı mücadele tarihleri boyunca Irak Kürtleri,
sivillerin bulunduğu alanda tek bir bomba bile patlatmadı. Rejimle
işbirliği yaptı diye tek bir Kürt köyünü basıp çoluk çocuk
öldürmedi. Hiçbir zaman kendisi gibi düşünmeyen diğer Kürt
gruplarını “hain” ilan edip onları yerinden yurdundan etmedi.
Silahlı mücadeleye önderlik yapan Irak Kürdistan Demokrat
Partisi’nin (KDP) üst düzey hiçbir yöneticisi, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı değildi. Kendi savaşlarını hiçbir zaman Türkiye’ye
taşımadılar ve rejim her kimyasal silahlarla saldırdığında önce
Türkiye’ye sığındılar. Türkiye’yi hep müttefik, dost bir ülke
olarak bildiler ve öyle davrandılar. Türkiye’nin bunu anlaması
zaman aldı ama en sonunda anladı. O yüzden de ilişkileri “medeni”
bir çizgiye oturdu.
***
Suriye Kürdistanı ise “kendine özgü” bir yerdi. Kürt
aydınlanmasının en önemli adımları 1930’lu yıllarda orada atıldığı
halde, rejim hiçbir zaman burada yaşayan Kürtlere “insan” muamelesi
yapmadı, kimlik vermedi. Bütün hareketleri de kanla bastırıldı.
***
1980’lerin başında Türkiye’den kaçan Abdullah Öcalan buraya
sığındı. Bir Suriyeli Kürt’ün elinde Öcalan kitabı yakalandığında
büyük hapis cezalarına çarptırıldığı yıllarda Öcalan, rejimin
onayıyla hem Türkiye’ye karşı olan savaşı orada yönetti, hem de
orada örgütlendi.
Suriye iç savaşı bu örgütlenmeye yeni imkânlar sundu. Karışıklıktan
faydalanarak oradaki “Apocu” güç, “kanton” adı altında bir tür
“demokratik özerklik” ilan etti.