Gençliğimde kolaydı; bir film kaçırmışsam eğer şehrin hangi semtinde köşede kalmış bir sinemada tekrar gösteriliyorsa ille de oraya koşar o filmi seyrederdim. Okuduğum gazetenin "günün sanat etkinlikleri" takvimine dikkatle bakar, nerede bir yazarın imza günü, söyleşisi varsa oraya koşar, nerede bir müzik topluluğunun konseri varsa yağmur çamur, otobüs vapur demeden koşa koşa yetişmeye çalışırdım. Şimdi sürdüğüm yaşlarda bu işlere pek hevesim kalmadığı gibi takatım da kalmadı. Çok uzun bir süreden beri gitmiyorum bu tür faaliyetlere. Olur da sevdiğim bir dostumun, kıramayacağım bir yazar arkadaşımın çağırısı gelir, o başka...
Tarihçi arkadaşım Mahmut Akyürekli, “Fatih’te, Palulu Hüseyin’in dükkanında bir kitap müzayedesi var,” dediğinde hiç tereddütsüz, “Haydi gidelim,” dedim.
Galiba kitap için hâlâ takat var bende, bir kitap için gitmeyeceğim yer yoktur sanırım.
Akşamın acelesi mi vardı ne; ışıklarını yakmış yeni bir hayata hazırlanıyordu İstanbul. Haliç’i geçtik, su kemerine varmadan sağa saptık; orada Kadınlar Pazarı var. Kadınlar dediysem (bazıları da Siirt pazarı der, Küçük Siirt diyenler de var) adı öyle, yoksa tam bir Kürt erkekleri pazarı… Her yer “bölge insanıyla” dolu… “Bölge insanı”, bölgeden gelmiş ürünleri, eti, peyniri, balı, çayı, işkembeyi, mumbarı, cevizi, pekmezi burada alıp götürüyor “bölgeden” çok uzak evine.