İzmir Konak’ta, memleketin her yerinde şubeleri bulunan bildiğimiz süpermarketlerden birisine et almak üzere girdim. Rafların önünde fazla oyalanmadan doğrudan et reyonuna gittim. Bir tepsinin içinde kuşbaşı doğranmış kuzu eti vardı. Benden önceki müşteri işini bitirince, eti işaret ederek, “Şu kuşbaşından bir kilo kıyma istiyorum,” dedim.
Marketin kasabı uzaydan gelmişim gibi tuhaf tuhaf baktı yüzüme. “Bu cahil herif de nerden çıktı” bakışını bir süre üzerimde gezdirdikten sonra, “Olmaz efendim,” dedi.
“Ne olmaz?” diye sordum.
“O eti size veremem” dedi
“Niye, birisine mi ayırdınız?”
Yanlış bir şey söylediğini hızlıca anlamış olacak ki sözlerini düzeltti:
“Veririm de kıymasını veremem” dedi.
“Neden?” dedim, “kıyma satmak yasaklandı mı?”
“Değil de tek kıyma makinamız var” dedi.
“İyi ya, hemen çekiver işte” dedim safça.
Ama kasap kararlıydı.
“Çekemem efendim, tek makinamız var.”
“Eti iki makinayla mı çekiyorsunuz?”
“Makinamızda sadece dana kıyma çekiyoruz.”
“Niye? Makineniz kuzuya dirençli mi?”
“Ne?”
“Dirençli mi?”
“İşimiz var amca, benimle dalga geçme.”
“Peki dana değil de kuzu kıyma isteyene ne yapıyorsunuz?”
“Kuzu kıyma çekmiyoruz diyoruz.”
İyice meraklandım:
“Niye kuzu çekmiyorsunuz?”
Bu soruyu meğer çoktan bekliyordu:
“Kokuyor.”
“Ne kokuyor?”
“Kuzu kokuyor.”
“Niye kokuşmuş et satıyorsunuz ki?”
“Öyle değil, kuzu eti, et kokuyor.”
“İyi ya, et dediğin et kokar.”
“Hayır efendim, kuzu kokar.”
“Parfüm mü sıktınız?”
Dalga geçtiğimi sandı: