Taşın sert olduğunu anladığı günden bugüne hiçbir zaman yalnızlık çekmedi. Bulunduğu her muhit kalabalıktı çünkü.
*
Siyasete bulaşmadan önce de kalabalıkların havalandırdığı bir işin içindeydi; futbolun!
Bilirsiniz birbirine benzer futbolcu ile siyasetçi.
Zirvedeyken aniden yalnızlaşır siyasetçi. Kalabalıkların çığlıklarıyla kulakları sağır olurken futbolcu, bir de bakar ki tek başınadır. Çaptan düştüğünü anlayan bunu kabullenir, anlamayan ise “Neden bu hale geldim” diye dövünür.
O yüzden meslek ikizidir futbolcu ile siyasetçi.
*
Futbol sahalarında kalabalıkların çığlıkları kulaklarını doldururken, onları orada bırakıp siyaset meydanına atıldı. Sahadan meydana geçti. Formayı çıkarıp “idam gömleğini” giydi.
*
Ama kalabalıkların çığlıkları onu hiçbir zaman kendinden geçirmedi.
O, bütün o kalabalıklara bir şey anlatmak istiyordu, ama kalabalıkların da ona diyeceği bir şey vardı.
O, kalabalıkların sesini duydu ama onların sesinden bir ses yaratmak yerine, kendi sesini de onlarınkine katarak yeni bir ses yarattı. Yoksa ne onların sesini kendininkinin yerine, ne de kendi sesini onlarınkinin yerine geçirmeye kalktı.
*
Uzun boyluydu. Bıyıklıydı. Güzel gülüyordu. Güzel konuşuyordu, tebessümü onlarınkine benziyordu.
Onlar gibi giyiniyordu. Samimiydi. Dobraydı. Lafı uzatmıyordu. Dili dolaşmıyordu. Kelimelere takılmıyordu. Kısa soru soruyordu. Her cevabı sabırla bekliyordu.
Ve en mühimi, çok güzel şiir okuyordu!
*
Biz ki şairi bol, şiiri eksik bir toplumuz.
O yüzden iyi bir şiir bulduğumuzda bürünürüz o şiirin rengine; şairini unuturuz.
Bulduğumuz o şiiri güzel okuyorsa birisi bize, o oluruz.
Gideriz sesine!
*