1970'lerin başında, okulu olmayan bir köyden Hakkâri Merkez Yatılı Bölge Okulu'na götürüp mektebe yazdırmaya karar verdiklerinde ağabeylerim, en büyüğümüz, gözleri görmeyen ama her şeyi gönül gözüyle hepimizden daha iyi gören Abdulkadir abim, sıkı sıkıya tembihledi beni. "Okuma yazma öğreneceksin ne güzel, her şeyi oku ama sakın roman okuma," dedi bana. "Roman" kelimesini ilk defa, yolu, elektriği olmayan, iki dağın arasına sıkışmış üç evden müteşekkil, Allah'ın bile unuttuğu o köyde, o kör bilgeden duydum. O nereden duymuştu, romanın ne olduğunu ona kim anlatmıştı bilmiyorum, sormadım ama bana bu öğüdü verirken, belli ki o da kendisine "romanın sakıncalarını" anlatmış olan başka bir "bilgenin öğüdünden" yola çıkıyordu. Ona göre roman "yalan" demekti çünkü. Ve yalan iyi bir şey değildi.