Kitap okumaya başladığım günden beri, aşağı yukarı yarım asırdır kulağıma çalınan bir lafın yankısı hep çınlayıp duruyor beynimde. Altmış yaşında olduğuma göre, laf benden bir hayli yaşlı olsa gerek. Herkesin diline pelesenktir; aklına gelen söyler, bilir bilmedik her koşulda, tam yerine geldiğinde lafı oturturlar gediğine: "Sanatçı dediğin muhalif olmalı!"
Bu aralar okuduğum André Gide’in “Dostoyevski” kitabını okuyunca kafam iyi karıştı. Şöyle ki:
Büyük Rus yazarlarını tanımlamak için “dağ” metaforuna başvuran “yasak düşüncelerin” babası André Gide; o dağlık ülkede bize en yakın, en yüksek tepenin Tolstoy, onun arkasında yarısı saklı duran “gizemli” tepenin ise Dostoyevski olduğunu söyler. Büyük alime göre bu dağ silsilesinin sırlarla dolu saklı yerlerinden bir sürü ırmak akar. Bütün bu ırmakların birleştiği büyük nehir ise, bugün dünya edebiyatının susuzluğunu giderdiği en bereketli nehirdir.
Tolstoy sükunetse, Dostoyevski vaveyladır! Tolstoy derin bir hakikatse, Dostoyevski büyüdür. Tolstoy feleğin çarkına çomak sokanların yazarıysa, Dostoyevski şairane ruhların şairidir. Dostoyevski okumak için şiir sevmeniz yeter ama Tolstoy için bir hayli hayat bilgisi lazım gelir size.
İşte bu yüzden, Tolstoy’dan ziyade okumayı seven herkesin yazarıdır Dostoyevski.