Tiyatro, Antik Yunan'dan beri mühim bir sanattır. Sanatların içinde şahtır, padişahtır. Kimse kolay kolay dil uzatamaz ona. Ayrıcalıklıdır, dokunulmazlığı vardır! * Birinci Cihan Harbi'nden önceki dönemi, "güvenliğin altın çağı" olarak nitelendirip savaşla birlikte ortaya çıkan yıkıcılığa ve acımasızlığa daha fazla dayanamayıp karısıyla birlikte 1942'de bu berbat dünyayı savaşanlara ve daha fazla kan dökmek isteyen diktatörlere bırakıp kendi iradesiyle hayatına son veren yazar Stefan Zweig, "Bir Avrupalının Anıları" alt başlığını koyduğu müthiş eseri "Dünün Dünyası"nda kendi çocukluğunun Viyana'sını anlatırken, "Ortalama bir Viyanalı sabah gazetelerde ilk önce, ne parlamento ne de dünya haberlerine bakar, göz attığı ilk şey, tiyatro programları olurdu" der. Çünkü Viyana halkı için Devlet Tiyatrosu'nun sahnesi bir "mikrokozmos, toplumun kendini seyrettiği bir ayna"ydı.Tiyatro o derece mühimdi ki, "Seyirci giyinmeyi, oturup kalkmayı, konuşmayı, söylenmesi söylenmemesi gereken lafları saray oyuncularından öğrenirdi" diye yazar.Hatta büyük usta işi biraz daha ileri götürür, "Viyana'da zenginlerden birisi, hatta başbakan bile yanından geçse kimse istifini bozmaz ama bir saray tiyatrosu aktörünü, sokak satıcısından faytoncusuna kadar herkes tanırdı," der.