Bir yazıya başladım. Birkaç paragraf yazdım, bıraktım. Gerisi gelmedi.Kalktım yazı masasından, pencereye doğru yürüdüm. Koltuğa oturdum, tam pencereden karşıki koruluğu seyrediyordum ki, oğlum geldi;"Baba, yazını bitirdin mi?" dedi."Hayır," dedim, "olmadı.""O halde sana bir yazı konusu bulayım," dedi. Pencereden dışarıyı seyretti bir süre, "Şu ağacı... yok onu yazmıştın. Bence şu ucu görülen minareyle ilgili bir şey yaz" dedi.Kızım girdi devreye:"Miro, sen de o minareye taktın ha," dedi dalga geçerek.Miro fikrini açıkladı:"Apartmanların arasından sadece ucu görünüyor minarenin. Akşam güneş vurunca parlıyor, gece başka bir renge bürünüyor... güzel işte, baba onu anlatabilir."Sesi gittikçe kayboldu. * Aklım hep son günlerde ayyuka çıkan siyanürlü toplu intiharlarda. Onlara dair bir şeyler yazmak istiyorum ama olmuyor. O kadar derine inemiyorum, yavan kalıyor düşündüğüm her şey.Toplu intihar denemez bunlara.Toplu cinayet aslında hepsi.Hepsinde de fail, umudu tükenmiş babalar görünüyor.Antalya'dakinde iki çocukla baba el ele tutuşmuşlar, anne banyoya doğru koşarken ölmüş...İstanbul'dakinde son cinayette fazla ayrıntıya bakmadım.Yüreğim kaldırmadı çünkü.Bütün vakalarda da işi düşünen tasarlayan baba gibi görünüyor.İşi bozulan, hayattan vazgeçen, ona ölümle meydan okuyan, giderken sevdiklerini de alıp götüre babalar...Ailenin diğer fertlerinin biraz sonra öleceklerinden haberi yoktur, kesin.Çocukların nasıl olsun ki? İşi bozulan, dengesi altüst olan, hayatta tutunduğu ipin kopmak üzere olduğunu gören babadır.. Bunlardan çocuklara ne... Çocuklar o sırada oyuna bakarlar... Evdeki huzursuzluğu, yükselen acıyı anneler çeker. Eşinin rahatsızlıklarını bilir, çoğunlukla ortak olamaz, konuşmaya başladığında azarlanır, yol göstermeye kalkıştığında çaresizdir. Üç vakada da babalar ölümüne karar vermiş hepsinin, öyle görünüyor. Belki de hiç birisinin haberi olmadan yiyeceklerine, içeceklerine karıştırmış zehri... Ellerinden tutmuş, öyle yürümüşler ölüme...