AVRUPA Konseyi Parlamenter Meclisi geçen gün Türkiye için “denetim” kararı verdi ya...
Bu işi öyle istihareye yatarak, fal açarak, medyum kullanarak yahut telepati ile falan değil, bilfiil yapacaklar! Memlekette artık mebzul miktarda Avrupalı “raportör” göreceğiz, zira denetimin prosedürü böyle... Gelecek, memleketin dört bir tarafını dolaşıp Türkiye’de yargı nasıl işliyor, ifade ve basın özgürlüğü ne âlemde, insan hakları işinde onların standartlarına göre insanîleştik mi diye teftiş üstüne teftişe girişecek, bitmek bilmeyen ahret sualleri ile Türk yetkililere hafakanlar bastıracak ve derken istedikleri kıvama gelip gelmediğimiz konusunda rapor yazıp patronlarına gönderecekler!
“Raportör” denen bu zevât aslında basbayağı “müfettiş”tir ve Türkiye bir buçuk asırdan fazla bir zamandan, yani Avrupalı olma hevesine düştüğü günlerden itibaren gelip giden Avrupalı müfettişlere hesap vermektedir...
BOŞUNA TEŞRİF BUYURMASALAR
Burada tek tek sıralamama gerek yok, kısaca söyleyeyim: 1850’lerden buyana Avrupalı müfettişler başımızdan hiç eksik olmamıştır! Tarih kitaplarına baktığınızda Avrupa’nın hemen her iş için müfettiş gönderdiğini, teftiş ettikleri konular ile sordukları soruların hiç değişmediğini ama bir türlü olumlu rapor alamadığımızı görürsünüz. Adamların devletin en mahrem yerlerine kadar girmelerine göz yummamıza, gelenlerden bazılarına unvan verip “Müfettiş Paşa” yapmamıza ve Avrupa’ya şirin görünmek uğruna her türlü zillete katlanmamıza rağmen bir türlü istedikleri gibi olamamış, tam not alamamışızdır!
Bu işte bizim kabahatimiz yok mu? Tabii ki var ama “kabahat” demek pek doğru değil, işin temelinde “yaratılış farkı” mevcut: Şark milletinden garplı yaratma çabası hep boşa çıkıyor ama karşı taraftakiler her nedense bir türlü “Bu hulyadan vazgeçseniz ve siz de rahat etseniz, biz de” demiyor; işi ciklet gibi uzatıp duruyorlar.