Son on gün içerisinde hayata veda eden önemli isimlerin ardından mutlaka yazılması gerektiğine ve hattâ bizzat yazmamın şart olduğuna inandığım için, bu köşe vefat ilânı sayfasını andırır hâle geldi...
Önceki hafta Erol Simavi gitti, dün de Bedii Faik...
Genç meslekdaşlarımın şık blazerleri, geniş manşetleri ve gümüş saplı bastonu ile Nişantaşı’nın “lord”u gibi olan Bedii Bey’i görerek zarafetin aslını farketmelerini ve onu yakından tanıyarak hem gazetecilik, hem de “gerçek Türkçe” hakkında fikir sahibi olmalarını çok isterdim...
Bedii Bey’in vefat haberi dün internet sitelerinde yeraldı, şimdi bazı köşelerde de onunla ilgili yazılar çıkacak, “çok önemli bir gazeteci” olduğu söylenecek,“Yayınlanmadan yasaklanan ilk kitap, onundu” denecek, “yazıları yüzünden hapse düştüğü” hatırlatılacak ve “Senin yazıların ile kıçımızı siliyoruz” diyenlere verdiği “Devam edin, hiç olmazsa kıçınız birşeyler öğrenir” meâlindeki meşhur cevabı kimbilir kaçyüzüncü defa tekrar edilecek...
TÜRKÇE’NİN BÜYÜK ÜSTADI
Ama, üzerinde pek durulmayacağına emin olduğum için Bedii Bey’in gayet önemli bir başka özelliğini hatırlatayım: Türkçe’nin son üstadlarından olmasını!