Türkiye’de çok partili dönemde yaşanan darbelerin ve darbe teşebbüslerinin hemen tamamına şahit oldum ama böylesini hiç görmedim...
Askerî darbe ile maalesef epey erken tanıştım: 27 Mayıs’ta, henüz beş yaşımda iken... “Tanıştım” diyorum, zira çocuk olmama rağmen 27 Mayıs’ı neredeyse bizzat yaşadım. Babam, rahmetli Menderes’e yakın yazarlardan idi, darbeden sonra evimiz basıldı, herşeyin altını üstüne getirdikten sonra babamı alıp götürdüler...
Darbe ile ilk teşerrüfüm işte böyle oldu: Kapıda bir jeep, evin içerisinde askerler, sonraki günlerde Balmumcu Kışlası’na hafta sonları ziyaretleri, derken Yassıada’daki rezaleti heyecan içerisinde izleyebilme çabaları...
Talât Aydemir’in her iki kalkışmasını radyo başında takip ettik. 12 Mart talebelik günlerime geldi; yasakları ve sıkıntıları yine bizzat yaşadım. 12 Eylül’de artık gazeteci idim, hem o darbeyi, hem de sonra gelen post-modern, dijital vesair teşebbüsleri meslek gereği yakından gördüm...
27 Mayıs öncesindeki darbeleri, darbe teşebbüslerini, ihtilâlleri ve başkaldırmaları ise tarih merakım sebebi ile seneler boyunca okudum ve araştırdım. Geçmiş asırlardaki yeniçeri isyanları hakkında kaynaklarda zaten hayli bilgi vardı; Hüseyin Avni Paşa’nın modern askerî darbelere öncülük eden 1876’daki o meş’um hareketinin hem ana kaynakların, hem de arşivlerdeki belgelerin orijinallerini görebilme şansını da buldum.