On gündür Fransa’da idim...
İmparatorluğun son devrini konu alan kitaplarımdan bazılarının kaynakları sürgün nesli ile beraber Paris’e ve Nice’e taşındığı için otuz küsur senedir yılda bir yahut iki defa Fransa’ya giderim; yazmaya başladığım bir başka kitap için lâzım olan ve şimdi Fransız Dışişleri Arşivleri’nde bulunan bazı belgeleri toparlamak maksadıyla önceki hafta tekrar gittim.
Geçen seneden buyana görmediğim Fransa hayli değişmişti... Hayat pahalılığının artmış olması yahut sosyal sıkıntılar bir tarafa, asıl değişiklik Fransızlar’da idi. Şen, şakrak, gelecekten her zaman ümitli ve yaşanan dertlerin mutlaka sona ereceğine inanan Fransızlar’ın yüzleri asıktı! Kafeler, lokantalar ve bulvarlar yine dolu idi ama hüzün heryeri sarmıştı, gelecek konusunda hissedilen endişe çehrelerden belli oluyordu.
Nasıl endişe etmesinler ki? Fiyatlar yükseliyor, Paris’in en bilinen bazı mağazaları ardarda kapanıyordu, “bitti” denen kriz avaz avaz “Ben buradayım, bir yere gitmedim” diye haykırıyordu ve maaşı ile geçinenler istikbal korkusu içerisindeydi.