“Hazine” yahut “define” denip de kazıdan bahsedildiğinde, benim aklıma altın ve cevahir dolu sandıklar değil, önce İstanbul, daha doğrusu İstanbul’un altındaki yüzlerce, hattâ kilometrelerce uzunluğunda olan ama çoğu unutulmuş ve asırlardan buyana kimselerin girmediği dehlizler gelir! Dehlizler bin küsur sene öncesinden kalmışlardır ve İstanbul’un bir ucundan diğerine uzanırlar...
Mevcudiyetlerini tâââ çocukluğumda işittiğim ve sonraları bazılarında dolaşma fırsatını bulduğum bu dehlizler çeşit çeşit efsaneye konu olmuşlardır. Eskilere göre bir ucundan girildi mi saatler boyu yürüyüp diğer ucundan çıkmak mümkündür ve çıkışlar öyle yakın mesafelerde değil, şehrin öbür tarafındadır! Hattâ, bu dehlizlerin sadece mahalleleri değil, Boğaz’ın iki sahilini bile birkaç yerden birbirine bağladıkları anlatılmış; Bizans zamanında imparatorların, devlet büyüklerinin ve patriklerin gizli temaslar yapacakları zaman yeraltı yollarını kullandıkları, böylelikle işlerini gözlerden uzak şekilde gördükleri ve dehlizlerin öncelikle işte bu işe yaradıkları söylenmiştir.