Mustafa Koç’un apansız vedasının ardından yerine kardeşi Ömer Koç’un gelmesi üzerine gazetelerde günlerden buyana bir Ömer Koç rüzgârıdır esiyor... Hakkında kolleksiyonunun zenginliğinden tutun Londra’daki evinin odalarına parmak izi okuyan cihazlardan geçilerek girilebildiğine, Avrupa’daki önemli sahhafları sık sık dolaştığına ve müzayede kataloglarını aksatmadan takip ettiğine kadar çeşit çeşit yazılar çıkıyor...
Ama, böyle dünya kadar yayına rağmen, Ömer Koç’un asıl önemli olan özelliği gündeme hiç getirilmiyor:
“Patron”luğu!
“Patron” sözü ile hehangi bir işyerinin yahut koskoca bir holdingin başında bulunmayı değl, “sanat ve kültür hâmîliği” kavramını kastediyorum...
Geçmişin klasik sanatçıların çoğunun mutlaka hâmîleri, yani destekçileri ve koruyucuları olmuş; bu himayeye “patronaj”, koruyucu ve destekçilere de“patron” denmiştir. Rönesans sanatı varlığını büyük ölçüde Medici, Pazzi, Borghese, Colonna, Barberini, Pitti gibi geçmiş asırlardaki zengin ailelerin desteklerine borçludur.
İZNİK, SAYESİNDE TANINDI