Birinci Dünya Harbi senelerinde politikanın içerisinde bulunmuş
yahut gazetecilik yapmış olanların sonradan yayınladıkları
hatıralarında sık sık rastlanan bazı ifadeler vardır:
“Enver’e (Enver Paşa’ya) çok söyledim ama dinletemedim!”, yahut
“Talât’a bunu böyle yapmaması için az mı dil döktüm? Ama kendi
bildiğinden şaşmadı ve netice işte böyle felâket
oldu!” derler...
Bu sözleri söyleyenler, kendileri de İttihadçı olan yahut İttihad
ve Terakki’ye yakın durmuş
kişilerdir; Enver ve Talât Paşalar’ın ardından
konuşmaya, İttihadçı liderlerin 1918 Kasım’ının başında Türkiye’den
ayrılmalarından hemen sonra başlamışlardır. Falih Rıfkı, eski
efendileri hakkında ilk atıp tutanların, devrik liderlerden
memleketi terketmelerinden hemen önce “susmaları” için
para alanlar olduğunu yazar...
Benzer ifadeleri, çocukluk ve gençlik senelerimde eski Demokrat
gazetecilerden de sık sık işitirdim: “Adnan’a (Adnan
Menderes’e) çok söyledim ama kulak vermedi” diye
başlar, “Âââh âh! Celâl Beyefendi (Bayar) uyarılarımı dinlese
idi iş böyle mi olurdu?” diye yakınırlardı. Onlara
sorarsanız Bayar ve Menderes hata üstüne hata
yapmışlar ama eleştiriye kulaklarını kapatmışlardı ve uğradıkları
fecî âkıbetin sebebi, etraflarındaki sağduyu sahiplerinin
uyarılarını dinlememeleriydi!