Sultan Abdülhamid’in son günlerde açılan bazı dâvâlarla yeniden gündeme gelen efsanevî mirası nerede ise bir asırdan buyana devam eden ve hukukî bakımdan son derece karmaşık bir süreçtir. İşte, geçmişte sadece Türkiye’de değil, diğer memleketlerde de dünyanın önde gelen hukukçuları ile uluslararası hukuk âlimlerinin meşgul oldukları, ama bir neticeye varamadıkları ve artık bir hayalden ibaret olan bu miras mücadelesinin öyküsü...
GAZETELERDE arada bir Sultan Abdülhamid’in mirası hakkında haberler çıkar... Bu konuda ya bir dâvâ açılmıştır, yahut mirasçılardan bazıları “Musul tarafları dedemize aittir” demiş veya şehrin göbeğindeki koskoca bir yer hakkında “Burası büyükbabamızın mülküydü” diye demeç vermişlerdir.
Benzer haberler bu hafta yine gazetelerimizde idi. Hükümdârın vârisleri bundan yedi sene önce veraset ilâmı çıkartmak için mahkemeye müracaat etmişler, tahminlerden fazla vârisin görünmesi üzerine mahkeme uzamış, nihayet yüz civarında vâris belirlenip bu kişilerin mirastaki hisselerini bilirkişilerin hesaplamasına karar verilmiş, Cumhuriyet Savcılığı da sahte vârislerden haberdar edilmiş.
Sultan Vahideddin ile Halife Abdülmecid Efendi’nin önce Abdülhamid’e ait olan ve daha sonra hanedan mülkü haline getirilen Hazine-i Hassa’yı geri alabilmek maksadıyla Reşad Halis Bey’e 10 Mayıs 1926’da verdikleri ortak vekâletname.
PADİŞAHIN ÖZEL HAZİNESİ
Bu karar vâris oldukları belirlenenlerin büyükdedelerinin mallarını alacak olmaları mânâsına gelmez, sadece o kişilerin Sultan Abdülhamid’in mirasında hak sahibi olduklarını gösterir ve her gayrımenkul talebi için ayrı ayrı dâvâ açılması gerekir...