Geçen hafta Rıza Sarraf’ın yalılarının restorasyonundan
bahsettim, yasal yükümlülükler yerine getirilmediği takdirde cezaî
müeyyidelerin uygulanmasının şart olduğunu ama “binanın eskisi
gibi, aynen yapılması”kuralına bağlı kalınmamasını, bina eski
halinden daha güzel bir şekil almış ise dokunulmaması
ve “yıkım” yetkisinin bir öç alma yahut ceza vasıtası
olarak kullanılmaması gerektiğini yazdım.
Vay efendim, sen misin böyle diyen! Sarraf’ı savunmamın
ardında mutlaka bir sebep varmış da, zevkler tartışılır mı imiş de,
İstanbul eski binaların tahribine işte böyle göz yumanlar yüzünden
perişan olup gitmişmiş de, şehir bu yüzden çirkinleşmişmiş de,
vesaire, vesaire...
Bir yazının tamamını okumaya zahmet buyurmadan ahkâm kesip
hakaretler yağdırmaya meraklı olanların “sosyal
medya” denen tatmin alanlarında aleyhimde akıllarına eseni
söyleyeceklerini tahmin ettiğim için “Sarraf’ın yüzünü bir
defa olsun görmedim, müşterek tek bir dostumuz bile
yoktur” diye yazmıştım ama varak-ı mihr ü vefâyı kim okur, kim
dinler?
ÇELİK BEY’İN RENK CEDVELİ
Önce şu “zevkler ve renkler tartışılmaz!” teranesinden
söz edeyim:
Zevkler ve renkler tartışılır beyler, bal gibi tartışılır! Lâcivert
bir ceketin altına grinin tonlarında pantolon giyenler ile yine
lâcivert bir ceketin altına kahverengi pantolon geçirenin zevki
arasında büyük, çok büyük fark vardır; gri giyen zevkli, laciverdin
altında kahverengi ile dolaşan da zevksizdir!