Askerliğimin son günlerine denk geliyor.
1996’nın başında Yunanistan ile “Kardak Krizi” yaşamıştık.
Neredeyse bütün Türkiye teyakkuzdaydı. Ege’nin Türkiye’ye yakın kayalıktan ibaret adacığı için “savaşa ramak kalmış” hissiyatı içinde heyecanlanıyorduk.
Kadir Mısıroğlu’nun tabiriyle, “Yunanistan’ın tamamı İstanbul’a gelse, seçim olsa, Belediye Başkanı yine Türk olur.” Yani yekpare Yunanistan’ın nüfusu İstanbul’un yarısı kadar.
Ve Yunanistan ekonomik anlamda can çekişen, iflasın eşiğinde bir ülke.
Neden asırlar boyu bir arada yaşamayı başardığımız bu komşu ülke ile devasa bir tehditmiş psikolojisi ile bunaldık?
Veya şimdi Yunanistan herhangi bir sebeple Türkiye’de nasıl bir korku ve endişeye sebep olabilir?
Olamaz.
Biz uyutulan bir toplumduk, kulağımıza kâbus fısıldıyordu birileri ve çırpınıyor ama uyanamıyorduk.
Şimdi geriye doğru bakınca insan anlam veremiyor.
Yunanistan o zamanlar gerçekten bizi gözüne kestirebiliyor muydu?
Veya biz gerçekten Yunanistan’ı mı gözümüzde büyütüyorduk yoksa heyecanlanacak kadar haklı birtakım acizlikler ve küçüklükler içinde miydik?
Bugün sosyal medya üzerinden şerefsizliğini sergileyenler, nasıl bir Türkiye hayal ettiklerini bize açıkça anlatmalılar.
Özellikle içinde bulunduğumuz sektörün aktörleri; yani medya mensupları.
Mesela Can Dündar Türk medyasının meşhur ve etkili bir ismiyken Almanya’nın kucağına zıplayarak kaçması ile ihanetini itiraf etmiş oldu.
Kendi ülkesinin ve milletinin çıkarlarını doğru okuyamayan…
Hatta aslında bıçak kemiğe dayandığında bu okuyamamanın bir eksiklik ve hata değil de şuurlu bir okumama ihaneti olduğunu anladığımız “gazeteciler”in durumu, meclise kabul ettiğimiz eşkıyanın durumuna benzemiyor mu?
Buna merhamet mi demeliyiz? Hoşgörü mü? Devlet ve milletçe içine düştüğümüz zaaf mı?
Siyasette Kemal Kılıçdaroğlu’nu nasıl bir gelecek bekliyor?