Cami bahçesinde vakit namazını bekleyen ihtiyarların tefekkürüne muhtaç vaziyetteyiz.
Hani çoğu zaman her ne kadar “hoşça” baksak da, içimizden “Ömrünü tamamlamış, yüzünü öbür dünyaya çevirmiş ve bu dünya ile işi kalmamış” gibi hissettiren manzara…
Geçip gideriz…
Halbuki, o kadarcık olsun düşünmeye ihtiyacımız var.
Düşünmek ve tefekkür aynı şey midir?
Öyle diyebiliriz. Fakat bizim kaybettiğimiz lisanın kavramları saraylar kadar ihtişamlı iken yerine ikame ettiğimiz kelimeler köpek kulübesinden beter.
Her yönden kuşatılmış, taciz altında ve sömürülen bir pozisyondayız.
Fakat berbat durumumuza hep “çakma/parlak/imalat kavram”lar bulunarak ikna ediliyoruz.
Mesela “Çocuğunuzla kaliteli vakit geçirmek” tarifi, bütün sülalemizi psikiyatr/psikolog desteğine mecbur tutan modern tıp anlayışının tuzaklarından.
Bizi delirten de bu sistem…
“Prozac Toplumu” haline getiren de…
Zaten bu gerçekleşince tefekkür edebilecek bir beyinden mahrum kalıyoruz.
xxx
İnsanlar arasında öne çıkma/değerli değil ama en azından önemli hissetme ve bunu kabul ettirme argümanlarının başında, kullanmak zorunda kaldığımız ilaçları yarıştırmak geliyor.