Çok dertli bir kişi, muhterem bir zâtı ziyarete gitmiş.
Niyeti kendisini çok bunaltan bir derdini anlatabilmek, çare göstermesini istemek… Ne kadar oflayıp pufladıysa da o zât hiç oralı olmamış.
Dertli kişi dayanamamış sonunda ve “Halimi görmüyor musun?” diye sormuş.
Görüyorum ama önce şu iki soruma cevap ver demiş o zât:
-Seni bu kadar sıkıntıya sokan derdin sen doğarken de var mıydı?
-Yoktu demiş, dertli kişi…
-Peki bu derdin sen ölürken seninle beraber gelecek mi?
Önceki akşam sohbet ettiğimiz mekânda, Beşiktaş Fenerbahçe maçından dolayı bazı vatandaşlar neredeyse cam çerçeve indireceklerdi.
Göz ucuyla ara ara baktığım maç berbattı ama…
Maça verilen tepkiler, maçı kabullenememekten değil, aslında hayatımızda kabullenemediğimiz birçok meselenin maç bahanesiyle dışavurumuydu.
Referandum da aynı muameleyi görüyor çoğu zaman…
Saatler süren sohbetin en dikkate değer cümlesi şuydu:
-Evet diyeceğim ama sebebini bilmiyorum. Tayyip Bey’i seviyorum ama Ak Parti’den memnun değilim.
Demek ki güven meselesi, olayların önüne geçiyor.
Biz yıllarca politikaya böyle yaklaştık zaten.
Bilimi kutsayanlar paganist bir yaklaşımla çağdaşlık putuna secde ettiler hep.
Maneviyat peşinde olanlar da teslim oldukları camiaların bir sözünü iki etmediler…
Öğrenmeden teslim olmayı yeğledik hep. Adına “güven” dedik.
O dikkate değer cümle benim değil. Ama altını çizdim. İmzamı attım. Değişecek 18 maddeyi anlamak için, 18 maddeyi okumak yetmiyor. Yetmediği için 18 maddeyi de okumuyoruz.
Kur’an-ı Kerim “Oku” emri ile başlıyor… Okumamız lazım. Şüphe yok.
Ama bu emri diline pelesenk edenler din adına sadece “Kur’an-ı Kerim’in okunmasına razılar. Diğer tüm din kitaplarına mesafeliler. Ama Batı’nın kaynaklarını okumakta bir beis görmüyorlar.
Onlara göre Doğu ve veya İslam medeniyetinin eserleri sanki Kur’an-ı Kerim’e engel olmak için inşa edilmiş.
Hazreti Mevlâna ise “Dinle!” diye başlıyor Mesnevi’sine…
Okumak gibi dinlemekle ilgili de zaaf içindeyiz.
Atatürkçülerin Atatürk’ü bilmedikleri gibi…
Mevlâna diye eriyip bitenlerin de Mevlana’yı okudukları ve anladıkları söylenemez. Mevlana’nın hangi anlayışa, hangi kaynaklara atıfta bulunduğunu önemsemezler.
Onun “Dinle…”sinden önce, “Gel ne olursan…”ı işlerine gelir; çünkü bu çağrıda bütün dini hükümlerin gevşediğini ve genişlediğini düşünürler.
Atatürk gerçeği koruma kanunu ile hapsedilmiştir.
Mevlâna ise Elif Şafak’a kalmıştır.
Hadi biz putçu değiliz diyelim.