İhsan Raif Hanımefendinin meşhur “Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben halime/ Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbâlime” güftesinin bu ilk mısraına uygun bir halimiz yok.
Şikayetçiyiz. Ve hatta mızmızız.
Fakat ikinci mısraında ifade edilen hali, derunumuzda yaşıyoruz.
İçselleştirdiğimiz ve hazmettiğimiz için değil efendim…
“Kimseler görmesin ve dahi bilmesin” diye…
Pek mi arızalı bir karakter çizmeye başladım.
Gelin itirafçı olalım. Olalım ve rahatlayalım. Ol rahatlık ki, bedene, ruha ve zihne yaydığı huzur ile doğruya yaklaştırır belki.
Yoksa üst üste koyup sırtımıza aldığımız ahlaki yüklerin ağırlığı, illa ki ecel vaki olmaz ve fırsat bulursak kaçıp kurtulmaya sevk edecek bizi.
Vakıa, kaçış da bir kurtuluş çaresi görülebilir. Fakat bu yük silsilesi, kaçarken terkedilebilir bir şey değildir. En lüzumlu ihtiyaçlarınızdan önce, ağırlık olarak bizimle gelecek ve gittiğimiz yerde kemirmeye devam edecektir.
Onun için zararın neresinden dönülse kârdır mucibince, itirafı iki türlü kurtuluş görmek tabiidir. İlki itiraf yükten kurtarır. İkincisi mecburen hizaya sokar ki, hatalar tekerrür etmesin!
İtiraflarımızın ana omurgası söylem/ eylem çelişkimiz olacak.
Ne söylüyoruz ve fakat ne yapıyoruz?
En kaba misal ve sual ile ne demek istediğimi açıklığa kavuşturayım.
Mesela “Ben hırsızım. Çalarım!” diyenle, “Ben hakka hukuka riayet ederim” deyip çalan arasındaki namus farkı nasıl izah edilir? “Ben fahişeyim” deyip zina edenle, “Ben namusluyum” deyip fahişelik eden arasındaki fark veya?