Babamın doğum günü bugün (dün). Bu dünyada, bizle birlikte olmadığı ilk doğum günü… Geçen sene 22 Mayıs’ta kaybettik onu. Haftaya 11 ay olacak. “İnsan babasını kaybedince büyür” diye bir lâf var ya; doğru ama eksik o söz. İnsan babasını kaybedince, büyümek bir yana, yaşlanıyormuş! Bende öyle oldu.
*
Genellikle kitap alırdık biz babama 15 Nisanlarda. Bir de lisanslı Beşiktaş ürünlerinden bir hediye. Kitaba mutlu olur, Siyah-Beyaz hediyeyi görünce gözlerinin içi parlardı, bir çocuk gibi. İçinde hep bir çocuk vardı zaten onun. O sakin, o olgun, o bilge adamın içinde hiç büyümeyen, zeki, muzip bir çocuk vardı hep. Kimi zaman gözlerinden yaşlar gelinceye kadar gülen, kimi gün sessiz sedasız, kupkuru gözlerle ağlayan bir çocuk.
*
Hayatımda tanıdığım en sabırlı insandı benim babam. Bir o kadar da anlayışlı… Aslında çok inatçıydı. Hem o kadar inatçı, hem o denli anlayışlı nasıl olunur; ben hâlâ düşünüyorum bunu. En sevdiklerinden bile olsanız, doğru bildiğinden milim saptıramazdınız Mustafa Çelik’i. Ama peşin hükümlü değildi. Karşısındakinin görüşüne son derece saygılıydı. Bir konuda, düşündüğünün aksiyle karşılaştığında; araştırır, okur, öğrenir, üzerinde düşünür ve bir süre sonra ikna olurdu. Ya da o sürecin sonunda ısrar ederdi görüşünde. Bu dengeyi azami saygı içinde tutturabilmesini de hep hayretle ve gıpta ederek izledim. Kırmızı çizgilerine, mutlak doğrularına rağmen kimseyi yargılamaz, herkesi olduğu gibi kabul ederdi. “Vardır onun da kendine göre bir bildiği” derdi hep. Hem o kadar köşeli, hem o derece esnek nasıl olabiliyordu bilmiyorum. Babamın sırrı engin hoşgörüsü ve gelişmiş empati duygusuydu sanırım.