Bence ABD ve AB ülkeleri yönetimlerinin öncelikle Türkiye'deki istihbaratçılarının işine son vermeleri lazım…
Neden mi? Şöyle anlatayım.
Ünlü casusiye yazarı John Le Carré’nin en iyi romanlarından biri,
“Panama Terzisi”dir. Kendisi de İngiliz istihbaratının eski bir
elemanı olan yazar, Panama’da başkanın terziliğini yapan bir ajanın
nasıl merkeze yıllarca ülkedeki baskı rejimine karşı yükselen ve
dışarıdan destekli bir itme halinde sessiz çoğunluğun nasıl onu
alaşağı edebileceğini anlatan raporlar göndermesi üzerine kurar
öyküsünü. Onu denetlemeye giden ajan da bu tezgâha ortak olur.
Netice tam bir fiyaskodur, ajanlar için de, istihbarat servisi için
de, ajanların Panama’da kullandığı bağlantılar için de, ülke için
de. Halkın çoğu da daha önce şikâyetçi oldukları lider etrafında
dış kaynaklı müdahaleye karşı bir araya gelmeye zorunlu
hissetmiştir kendisini.
15 Temmuz darbe girişimi öncesinde, sırasında ve sonrasında Ankara
ve İstanbul’daki “terzilerin” merkezlerine Türkiye hakkında ne
rapor verdiklerini bilemem. Ama tahminim doğru olmadığı yönünde.
Önerim o yüzden bu terzilerin işine son vermeleridir, çünkü
müttefikleri Türkiye’yi doğru okumuyorlar; bu gidişle daha da
yanıltacaklar.
ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper, 20 Temmuz günü, yani
darbeden sadece 5 gün sonra, kendisine Fethullah Gülen’in darbedeki
rolü üzerine soru soran gazeteciye “Bu yönde bir istihbarat yok”
demiş. Demek ki bu sürede araştırıp kefil olacak kadar emin olmuş
Amerikan istihbaratı.
CIA eski yöneticilerinden Graham Fuller ise, HuffingtonPost.com
yazısında “İslamın gelecekteki yüzü” olarak tanımladığı Gülen’in bu
işlerde bezi olacağına adeta kefil oluyor. Fuller, Gülen’in
1990’ların sonunda ABD’den Yeşil Kart almasına kefil olanlardan
olduğunu da belirtmiş yazısında. Fuller’ın en kritik zamanlarda
Türkiye, Lübnan, Afganistan gibi yerlerde görev yaptığını, siyasi
İslam’ı Moskova’ya karşı kullanma siyasetinin mimarlarından
olduğunu da hatırlamak gerekiyor.
İşin doğrusu, Gülen 1970’lerin başından bu yana taraftar toplamaya
başlamış. Ama devlet kademeleri içinde kendisine en çok yol
verildiği dönem de, Bülent Arınç’ın deyimiyle Ne istediler de
vermedik” denilen 2002-2012 yılları, AK Parti iktidarı. Belli ki
istekler giderek fazlalaştıkça, çelişki baş gösterdi.