Bazı mahallelerin "zararsız delileri" vardır.
Şimdi “zihinsel engelli” diye doğruculuk yapıp üzerime gelmeyin lütfen, mevzu o değil.
Gelen geçen araçlara düdük çalar, el kol işaretleriyle onlara “dur-geç” yapar; kimse aldırmasa da o yapmaya devam eder.
Yaptırım gücü, ceza-ödül mekanizmalarıyla vardır.
Cezasız ödülün de ödülsüz cezanın da bir miadı, sınırı, doygunluk noktası vardır; bir yere kadardır.
Sonra ipler kopar, aldırmazlık başlar, takmama başlar.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle ilişkileri giderek buna benzemeye başladı.
En son örneğini Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un hafta sonu verdiği Türkiye mesajıyla yaşandı.
Mesajın Türkiye’de ölüm cezasının geri getirilmesini eleştirme kısmı ne kadar anlamsız ise, bu nedenle Türkiye’ye yaptırım uygulanacağı kısmı da o kadar anlamsız.
Avrupa Parlamentosu, hatta daha ileri gidelim AB Türkiye’ye ne tür bir yaptırım uygulayacak?
Üyelik görüşmelerini mi kesecek?
Zaten fiilen durmuş haldeki müzakereleri mi donduracak?
Yoksa 1987’de yapılan üyelik başvurusuna 1999’da verilen ehliyeti mi geri alacak?
AB üyelik hedefinin –her ne kadar artık eskisinden de uzak bir
hedef görünse de- Türkiye’de demokrasinin nispeten ilerlemesine,
insan hakları ve
özgürlüklerine yaptığı katkı yadsınamaz.
2000-2004 arasında AB uyumu için yapılan Anayasa ve yasa
değişiklikleri bunun kanıtı.
İşler 2004-2005’ten bu yana tavsamaya başlayınca ilerlemenin nasıl
yavaşladığı, şimdilerde nasıl gerileme tehlikesiyle karşı karşıya
kalındığı da ortada.
İşin garip yanı, AB yetkililerinin, AB ülkesi yönetimlerinin yıllar
içinde Türkiye üzerindeki siyasi etkilerini bozuk para gibi
harcadıklarının farkında olmayışları.
Önce 2004 verilen Kıbrıs sözlerinin tutulmayışı, oyunun yarısında
kural değiştirip diğer adaylara topluca yapılan müzakerelerin
başlıklara bölünmesi, Sarkozy-Merkel tarafından itilip kakılma,
sonra o müzakere başlıklarına da veto konuşması, açılmaması,
mülteciler-vize anlaşmasıyla gelen canlanma ihtimalinin 15 Temmuz
darbe girişimi sonrası yara alması, bu etki yitiminin kilometre
taşları oldu.
Türk halkının demokratik dayanışmaya en çok değer vereceği 15
Temmuz darbe girişimi ardından takındıkları adeta pişman tutumun
yanlışlığını daha sonra kendileri de söylediler.
Bir süredir, mesela 15 Temmuz’a hükümetle birlikte karşı durmuş,
PKK ve IŞİD’in terör eylemlerine onunla birlikte karşı duran,
Fethullah Gülen örgütünün ceza alması için yurt dışında AK
Parti’yle birlikte lobi yapan CHP Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve
Binali Yıldırım hükümetinin 15 Temmuz’u fırsat bilerek kendi gücünü
artırmaya çalıştığı eleştirisini yükseltiyor.
CHP de AB’yi Türkiye’yle demokratik dayanışma göstermediği için
suçluyor.
AB örneğin yargı bağımsızlığı, hak ve özgürlükler konulu 23 ve
24’üncü fasılları Kıbrıs Rum vetosunu kaldırarak açıp bu konuları
görüşme zemini oluşturmak yerine AK Parti-MHP ittifakının idam
cezasını geri getirme girişimine karşı boş tehditler savuruyor.