Devam etmeden önce şu soruyu soralım: Dünyanın öfkesinin burnunda olduğu, Hamas’ın yeni intifada ilan ettiği, bugün dünyanın her yerinde milyonlarca Müslümanın Cuma namazı sonrasında sokaklara döküleceğinin tahmin edildiği sırada Erdoğan’ın ateşli Kudüs demeçleriyle harareti artırmasını mı tercih ederdik? Yarın zaten dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi Türkiye’de de Amerikan ve İsrail karşıtı protestolar beklenirken Türkiye Cumhurbaşkanı bu protestoları zaten siyasi ve diplomatik zeminde dile getiriyorken ayrıca ateşli nutuklarla kitleleri daha da hareketlendirmiş olmasını mı talep ederdik?
Doğruya doğru diyemezsek, eğriye eğri deme hakkımız zayıflar.
Erdoğan İslam Konferansını olağanüstü toplantıya çağırdı, bölge ülkelerinin liderleriyle konuştu, beklenmedik şekilde ters köşede duran Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile temasta ve çoğu Müslüman Arap ülkesinden daha tutarlı bir Kudüs çıkışı yapan Katolik Hristiyanların dini lideri Papa Francis ile diplomasi yelpazesini genişletiyor. Ayrıca şu yaşanan siyasi kutuplaşmaya karşın Meclis’teki siyasi partilerin tamamı 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana ilk defa yeniden ortak duruş sergileri Kudüs konusunda. Şu aşamada yapılabilecek olan yapılıyor bence. Dolayısıyla Erdoğan’ın dün yangına körükle gitmek yerine diplomasiye ağırlık vermesi ve kamuoyu dikkatini başka yere çekmemesi daha doğruydu.
Ama dikkatlerimizi çevirdiği konu Lozan Anlaşması oldu.
Aslında 65 yıl önce Celal Bayar’dan bu yana bir Türk cumhurbaşkanının dün, 7 Aralık’ta Yunanistan’a yaptığı bu ilk ziyaret sırasında ev sahibi Prokopis Pavlopoulos’un konuyu canlı yayında açmasını affetmezken kendisi de söyledi: Lozan Türkiye ile Yunanistan arasında bir anlaşma değil.
Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te Türkiye ile deyim yerindeyse “yedi düvel” arasında imzalanan Türkiye’nin kurucu belgesidir. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından İsmet İnönü’nün daha sonra dünyanın en yetenekli diplomatları arasında sayılmasına neden olan antlaşma 29 Ekim’de Cumhuriyetin Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilanına da zemin hazırlamıştı. Bu anlaşma Birinci Dünya Savaşı bitiminde Türkiye’yi işgale başlayan Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan, Ermenistan ve Gürcistan ordularına ve aynı zamanda işgalcilerle işbirliği yapan Padişah Vahdeddin’e bağlı kuvvetlere karşı verilen İstiklal Savaşının millici kuvvetler tarafından kazanıldığını artık İstanbul’un değil, Ankara’nın siyasi muhatapları olduğunu belirliyordu.