Demir tavında dövülür.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım 15
Temmuz kanlı darbe girişimi ardından orduda köklü değişim için
hemen harekete geçmek istemesini bu atasözüyle özetlemek
mümkün.
Erdoğan bu hamlenin gerekçesini Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK)
artık darbe zemini, olmaktan çıkarılmasına imkân vermemek olarak
açıklıyor.
Artık hepimizin geçmişte kalan kötü anılar olarak hatırlamak bile
istemediği bir darbe girişimi daha, ordunun içinde gizlice
örgütlenmiş bir cunta eliyle başımıza geldi.
O nedenle “demir tavında dövülür” hamlesi çok da anlaşılmaz bir şey
değil.
Ama başka atasözleriniz de var böyle durumlarda akla gelen.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi…
Acele işe şeytan karışır gibi…
Belki de bu yüzden, farklı bakış açılarıyla da olsa TSK üzerindeki,
siyasi denetimin artmasından yana olan CHP ve MHP liderleri orduya
şok değişim planına itiraz etmeye başladı.
Bahçeli “Aceleye getirmeyelim” diyor. Kılıçdaroğlu ise “3-4 kişi
bir araya gelip devleti yeniden yapılandırmamalı” itirazında. 15
Temmuz’a açık şekilde karşı duran iki lider de askeri reform gibi
elzem ve ciddi bir konuda katkıda bulunmak istiyor.
Oysa 15 Temmuz sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) gereği
çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) muhalefetin çıkan
sonuca Meclis’te katkı verip etkide bulunmasına veya Anayasa
Mahkemesine gidip düzelttirmesine imkân vermiyor.
Bir yanda hükümet onlarca yıldır bekleyip kördüğüm olan bu konuyu
KHK kılıcıyla bir an önce keserek çözmek istiyor. Diğer yandan “Ben
bilirim” ısrarıyla geldi 15 Temmuz; Erdoğan’ın “Yanılmışız, Allah
affetsin” özeleştirisini böyle de okumak lazım.
Erdoğan’ın “yanılmışız” sözünü hatırlayıp, İlker Başbuğ’un 1
Ağustos akşamı CNN Türk’te söylediklerini aktarmamak olmaz. Balyoz
mağduru eski genelkurmay başkanı o dönem başbakan olan Erdoğan’a
“Bugün bize, yarın size” dediğini ama “Abartıyorsun” cevabını
aldığını söyledi. Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ı yıllar yılı uyarılarına
karşı tehdidi görmezden gelmekle suçladı.
Aslında AK Parti’deki bu özeleştiri ihtiyacını ilk açığa vuran
içişleri bakanı Efkan Ala oldu. Ala, bir dönem muhalefetin
iktidarı, bir dönem de iktidarın muhalefeti dinlemediğini
söylemişti.
Oysa şimdi, 15 Temmuz sonrası hazır kutuplaşma hafiflemişken, işler
konuşularak halledilebilir.
Öncelikle iktidar, terfi ve atamaların yapıldığı Askeri Şuraya daha
fazla bakan yerleştirmenin adına sivil denetim denmediğini görmeli.
Bu durumun demokratik işleyiş açısından iki temel sakıncası
var:
1- Bu usul siyasetin orduyu denetimi değil, ordu üzerinde iktidar
partisinin hakimiyetine ve ordunun siyasileşmenin ötesinde
partileşmesine dönüşme tehlikesi taşıyor. Yapılması gereken, Meclis
komisyonlarının yetki ve sorumluluklarını güçlendirerek, sivil ve
demokratik denetimi, bütün partilerin katkısına açık Meclis’e
vermek olabilir.
2- Aynı zamanda başkomutan olan cumhurbaşkanı ile hükümet bugün
aynı siyasi çizgide. Yarın ayrı partilerden olursa ortaya çıkacak
emir-komuta kargaşasını düşünmek bile akla ziyan. Düşünsenize aynı
ordu komutanına cumhurbaşkanı ve başbakanın farklı emirler
vermesiyle oluşabilecek kaosu…
Bir de orduda gücün tek elde merkezileşmesini önlemeye çalışırken,
emir-komuta-koordinasyon yapısının dağılması tehlikesi var. Evet,
mesela ABD ordusunda buna benzer bir yapı var, ama orada federal
sistem orduda da kendini gösteriyor ve tıpkı büyükelçiler gibi üst
düzey güvenlik yetkilileri de Kongre’de her iki partiden üyelerin
onayıyla atanıyor, gerektiğinde onlara hesap veriyorlar. Oysa KHK
ile getirilen sistemde bu yok, sadece hükümet ve cumhurbaşkanına
hesap verme var. Ayrıca bu tür hesap verme mekanizması da
Cumhurbaşkanı ve başbakanın farklı partilerden olma durumunda ağır
karar-komuta zafiyetine yol açabilir.