Ekonomi yönetiminin ana görevlerinden birisi kırılganlık oluşturacak faktörlere karşı tedbir almaktır. Sadece Türk ekonomisi için değil ABD dahil neredeyse tüm dünya ekonomileri için, potansiyel kırılganlık alanlarının başında uzun vadeli ticaret açıkları yatıyor. Ticaret açıklarının büyük meblağlı ve uzun süreli olması ülkenin döviz dengesini menfi etkiliyor ve makroekonomik açıdan borç ve diğer sermaye girişlerine muhtaç hale getiriyor. Ülkenin net yatırım pozisyonu yani net dış yükümlülükleri artıyor.
Türkiye’ye baktığımızda, son 10 yılda 737 milyar dolarlık kümülatif dış ticaret açığı verdiğimizi görüyoruz. Kırılganlık oluşturucu ve dış kaynak ihtiyacı üreten bir faktörle karşı karşıyayız. Nitekim, yerli ve yabancı iktisatçılar her virajda “Türkiye’nin gelecek sene şu kadar dış kaynağa ihtiyacı olacak” hesabı yapıyorlar. Bazen yanlış hesap yapsalar da ticaret açığının bir kırılganlık faktörü olduğu kesin.
Dolayısıyla, ekonomik karar alıcıların dikkatlerini bu alana
(tekrar) teksif etmeleri gerekiyor. Önceki yıllarda bu konuda iki
ana politika izlenmeye çalışıldı. Birincisi, 2011’den sonra büyüme
oranlarının kısılarak ithalat talebinin düşürülmesi. Bu politika
başarılı oldu. Büyüme önce kredi büyüme oranları kısılarak sonra da
tabii olarak düşünce ithalat düştü. Net dış ticaret açığı 2011’de
106 milyar dolardan 2016 yılında 56 milyar dolara geriledi. Buna
paralel olarak cari açık 74,4 milyar dolardan 32,6 milyar dolara
düştü. İkincisi ‘yapısal’ diyebileceğimiz önlemlerdi. Ekonomi
Bakanlığı’nın Girdi Tedarik Stratejisi (GİTES) ve Sanayi
Bakanlığı’nın bazı stratejileri gibi. Ancak sürekli olmayan bu
politikalarda gözle görülür bir sonuç elde edilemedi henüz.
Yapılması gereken dış ticaret açığını Bakanlar Kurulu ve Ekonomi
Koordinasyon Kurulu gündeminde önemli ve devamlı bir başlık olarak
ele almaktır. Sonuca ulaşılmasında Bakanlıklar arası koordinasyon
son derece önemli. Zira sorun hem makroekonomik hem de yapısal
boyutlara sahiptir.
İlgili bakanlıkların başında Ekonomi Bakanlığı (Daha doğrusu
‘Dış Ticaret Bakanlığı’) geliyor (diğerleri, Kalkınma Bakanlığı,
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK, Hazine Müsteşarlığı
gibi değişik aktörler). Ekonomi Bakanlığı’nın ülke bazında
stratejiler oluşturması gerekiyor. Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık
ve Cumhurbaşkanlığı seviyesindeki uluslararası ekonomik ilişkilerin
bazını Ekonomi Bakanlığı oluşturmalı. Çeşitli ülkelerle, ‘ticaret
hacmimizin artırılması’ hedefi güzel. Ancak ticaret hacmi artarken
dış ticaret açığı da artmamalı.
Türkiye’nin ticaret stratejileri en çok dış ticaret açığı ve
fazlası verilen ülkeler bazında yapılmalı. Aşağıdaki tabloda, son
beş yıldaki seçilmiş ülkelerle olan dış ticaret açığı rakamları
durumu ortaya koyuyor. Örneğin Son 5 yılda ülkemiz Rusya’ya 500
milyar dolarlık dış ticaret açığı vermiş. Haklı olarak, ana enerji
kaynağımız olması sebebiyle bu durumun normal olduğunu
söyleyeceksiniz. Ancak Rusya ile olan dış ticaret açığımız sadece
petrol ürünlerinden kaynaklanmıyor; tarım ve maden/metal bazlı
ürünlerde de bu ülke Türkiye’ye ciddi meblağarda ticaret fazlası
veriyor. Rusya’nın Türkiye ile olan enerji dışı ticaret fazlasını
da kıskançlıkla korumaya çalıştığı bir gerçek. Geçenlerde
magazinleşen Rusya’nın Türk domateslerine koyduğu yasak bunun
örneklerinden. Rusya’ya karşı verdiğimiz bu büyük açık bu ülkeyle
iyi düşünülmüş ve açığın kapatılmasını hedefleyen bir ticaret
politikası gerektiriyor.
Benzer durum daha düşük boyutlarda olsa da Çin, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerle de söz konusu. Bu ülkelerle ciddi meblağlarda ve kapanmayan açıklarımız var. Bu ülkelerle ilgili ticaret politikamız ve hedeflerimiz nelerdir?
Öte yandan İngiltere gibi az sayıda ülkeye önemli meblağlarda ticaret fazlası veriyoruz. Bu pozisyonun kaybolmaması için bu ülkeler için de uzun dönemli ticaret politikası oluşturmamız gerekiyor.