Güçlü devlet olabilmek için birden fazla unsura aynı anda haiz olabilmek gerekir. Bu unsurlar içerisinde iktisadi manada kuvvetli olmak, savaş için gerekli olan teçhizatları yeri olarak üretebilmek ve Dünya siyasetinde çok muteber bir yerde yer alabilmek gerekir. Günümüzde büyük devlet olarak anılan devletlerin ekseriyetinin iktisadi manada kuvvetli olduklarını ve kendi savaş teçhizatlarını ürettiklerini söyleyebiliriz. Örneğin Rusya, Çin ve Almanya. Fakat bu saydığımız devletlerin Dünya siyasetinde günümüzde geniş olarak bir etki alanı oluşturduğunu söyleyemeyiz. Çin ve Rusya komünizm döneminde uydu devletler vasıtası ile etkin olmaya gayret etseler de hem bu çok uzun ömürlü olmamış, hem de asla bir İngiliz siyaseti kadar Dünya'yı etki altına alarak işlerini masa başında görmeyi başaramamışlardır. En büyük zafer savaşmadan kazanılan zaferdir diye bir söz vardır. Bu sözün gereğini Dünya da bir İngilizler bir de son yarım yüzyılda Amerikalılar yapabilmişlerdir. Biz ise gerekmedikçe savaşan bir toplum değiliz. Savaştığında da bir sömürü yada maddi çıkar için değil, devletin bekası ya da manevi bir güç riyasetinde fetihler yapmak amacıyla bunu gerçekleştirmişizdir.
***
Osmanlı Devletinde 2. Abdülhamid Han dönemi Hilafet Siyasetinin tavan yaptığı bir dönemdir. Bunun temel amacı Osmanlı Devletinin bir savaşın getireceği iktisadi ve sosyal yükümlülükleri tam manası ile yerine getiremeyecek kadar hassas bir dönemden geçiyor oluşuydu. Balkanlarda patlak veren krizler ve bu krizler neticesinde yoğun olarak hissedilen Batılı devletlerin ve Rusya'nın baskısını kırmak için çok büyük bir ilmi siyaset bizzat Sultan 2. Abdülhamid tarafından yürütülmüştür. Sultan hazretlerinin yürüttüğü bu siyasetin temelinde ise bahsettiğimiz Hilafet Siyaseti yatar.
Sultan 2. Abdülhamid Han, büyük devletler ile giriştiği siyasi satrancı çok iyi oynamıştır. Almanya'yı İngiltere'ye karşı bir denge unsuru olarak tutarken aynı zamanda İngilizleri de Rusya karşısına aynı dengenin bir gereği olarak dikmiştir. İngiltere, Almanya ve Rusya üçgeninde her zaman pergelin sabit ayağı olmayı başaran 2. Abdülhamid Han, bu siyaset kilitlendiği anda hilafet siyasetini devreye sokarak vaziyete çeki düzen vermiştir.
Halifelik makamının verdiği salahiyet ile Cihad –ı Ekber ilan etme yetkisine haiz olan Sultan 2. Abdülhamid, uluslar arası siyasette Osmanlı Devleti'nin denge politikası tıkandığı anda baskıları kırmak amacıyla Batı'yı Hilafet Siyaseti ile üstü kapalı olarak tehdit ederek tabir –i caizse aba altından sopa göstermiş ve Batılı devletleri bu suretle hizaya getirebilmiştir.
Hilafet Siyasetinin dahiyane bir ürünü olan Hicaz demiryolları ise kitaplara konu olabilecek derecede muhteşem bir karardır. Sultan 2. Abdülhamid Han Hicaz demiryolları gibi büyük bir hizmeti ifa ederken Avrupa dan Arap Yarımadasına uzanan bu demiryolu ile tüm Müslümanları bir birine bağlamak ile kalmıyor, aynı zamanda hac vazifesini yerine getirmek isteyen Müslümanlara verdiği bu imkan ile hem Halifelik makamının hakkını veriyor, hem de ümmet-i Muhammed'in nazar- ı Muhabbetini şahsında toplamış oluyordu. Ayrıca bu hizmet Müslümanların gönülleri ile halifelik makamı arasındaki manevi bağı kuvvetlendirmiş oluyordu.