Motosikletini tankın üzerine sürerken vurulanı mı ararsınız,
paletlerin altına balıklama atılanı mı? Bu kahramanlık
destanlarının tekmili birden 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece
yaşandı. Genelkurmay'ın önünde tankın sıkıştırmasıyla viyadükten
düşerek hayatlarını kaybedenlerden Boğaz Köprüsü'nde zırh delici
mermiye vücutlarını siper edenlere, top ateşine hedef olandan
helikopterden vurulana kadar nice gencecik hayat sonsuzluğa kanat
açtı o gece.
Yazılacaklar yazıldı, daha da yazılacak ama Namık Kemal'in dediği
gibi “Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır". Bunu bir kere
daha gördük içimiz yanarak da olsa. Ben de çok yıllar önce yazdığım
bir yazıyı hatırladım. Sadece 9 Osmanlı erinin düşman ordusunun
karşısına dikiliş ve teslim olmak yerine şehadet şerbetini içmeyi
tercih edişlerinin unutulmaz destanını.
*
Tek söz, tek bir söz kalede bir uğultu halinde duyuluyordu artık:
“Allah'a emanet olun kardeşlerim." Güneş bir mızrak boyu yükselmiş
ve kale komutanı, nöbetçilere kapıyı açmalarını emretmişti. İstolni
Belgrad Kalesi'nin devasa kapıları gıcırtıyla açıldığında dokuz
atlı askerin bir yay gibi gerilmiş bedenleriyle karşılaştı düşman
ordusu. O sabah Macaristan'daki İstolni Belgrad Kalesi'nde tanyeri
bir türlü ağarmak bilmiyordu. Dokuz er, abdest alacak su
bulamadıkları için teyemmümle kıldıkları sabah namazından çıkışta,
ellerinde meşaleler tutan arkadaşlarının boyunlarına sarılıyordu
teker teker. Helallik dileyen dillerine gözyaşının tuzu karışıyor,
günlerdir yıkayamadıkları yüzlerinde, sakallarına doğru ıslak iki
çizgi iniyor, düşen damlalar toprağın tenini sızlatıyordu.