Geçen Cuma aziz ağabeyim Hasan Aksay beyefendi Regaib Kandili
tebriği için arayınca mahcup oldum doğrusu. Arayan ben olmalıydım.
Lakin dünyada tanıdığım en ganî gönüllü insanlardan olan Hasan
Aksay'ın bunların üzerinde durmaya hiç niyeti yoktu. 'Vazifemiz'
diyor ve beni mahcubiyet kuyularının birinden çıkarıp öbürüne
sokuyordu.
'Sizinle konuşmak istediğim çok mühim bir mevzu var' dedi o heyecan
dozu hiç eksilmeyen sesiyle ve şöyle devam etti:
'Duyuyorum, Başkanlık sistemini istemiyoruz, Meclis'te seçilsin…
filan deniliyor, deniliyor ama o zaman seçim var mıydı Mustafa Bey,
seçiliyor muydu Cumhurbaşkanları? Hayır, birilerince düpedüz
milletin vekillerine dayatılıyordu. Bu hakikatleri anlatmak
lazım.'
Evet, hakikatleri anlatmak lazımdı. Zira balık hafızalı bir
toplumda yakın tarihin gerçeklerini hatırlatan olmayınca
hafızamızdan hızla buharlaşıyordu bilgiler.
Şöyle bir yakın tarih turu atmaya ne dersiniz: Turgut Özal'a kadar
Cumhurbaşkanlarımız seçiliyor muydu yoksa atanıyor muydu?
Mesela ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'in nasıl seçildiğine
bakalım.
1923'ün 28 Ekim gecesi cumhuriyeti Meclis'te bir baskın şeklinde
ilan ettirmek için düğmeye basan Gazi, İsmet Paşa ile baş başa
verip ertesi günü sadece bu anayasa değişikliğine onay verecek
vekillerle TBMM'yi toplamayı kararlaştırır. 29 Ekim günü üye tam
sayısı 333 olan Mecliste sadece ve sadece 159 vekil hazırdır.
158 vekilin oyu ile cumhuriyet ilan edildi ve kanun daha Resmi
Gazete'de yayımlanmadan, yani cumhuriyet resmen kurulmadan
kurulmamış devletin başına yine baskın bir seçimiyle kendisini
Cumhurbaşkanı seçtirir Gazi ama yine 158 vekilin oyu ile!
Bırakın Sabih Kanadoğlu'nun diline doladığı 367'yi, 167 vekil olan
salt çoğunluk bile sağlanamadan yapılan bu seçim ne kadar meşruydu?
İkinci bir aday çıkabilmiş miydi? Hayır. O zaman bu nasıl bir
'seçim' olabiliyor? Tabii ki olamıyor ve TC'de dayatmacı
Cumhurbaşkanı seçim geleneği böyle başlıyordu.