Erken olgunlaşan çocukların, hiç büyümeyen yaşlıların şehriydi
gördüğüm. Ümidin ruhlarda şelaleleştiği ama kadim şehrin kapıları
dışında sımsıcak bir yeis Sam'ının estiği kutsal topraktı üzerine
bastığım. Gülen çocukların bembeyaz dişlerinden ağlayan âma
müezzinlerin kapkara cübbelerine kadar hiçbir şeyin göründüğü gibi
olmadığı bir beldeye sığınmıştım.
Kudüs'tü adı. Kudüs-i Şerif yani.
Nam-ı diğer Müslümanların ilk kıblesi… Hz. İbrahim'den itibaren
Peygamberler ile evlatlarının, havarilerinin, sahabilerinin,
velilerin, alimlerin, sultanların gözdesi…
Mekke ve Medine'ye “Harameyn” deriz ya, burası üçüncü
Mescidu'l-Haramımız. Peygamber Efendimiz'in (as) Mekke'deki
Mescidu'l-Haram'dan Kudüs'teki Mescidu'l-Aksâ'ya gece yürüyüşü
(isrâ), burada diğer peygamberlere imamlık yapıp namaz kıldırışı,
buradan Mirac'a yükselişi, şehri ilk fetheden Hz. Ömer'den ikinci
fatihi Selahaddin Eyyûbî'ye, ona bir medrese armağan eden Memluk
Sultanı Kayıtbay'dan burayı Osmanlı'nın güçlü pençesine alan Yavuz
Sultan Selim'e, şehri bir rahim gibi saran surları tahkim eden ve
daracık sokaklarına nice revnaklı çeşmeler yaptırarak yanan
gönülleri ferahlatmayı vazife bilen Kanuni Sultan Süleyman'a kadar
kat kat tarih, kat kat mitoloji…