Son günlerde kanlı haberlerin geldiği
ülkelerden biri Yemen. Hint Okyanusu’yla Kızıldeniz’in çevrelediği
Yemen’deki güncel ve görünen sorun
şu:
Suudi Arabistan ve Batı koalisyonunun
desteklediği Hadi yönetimi
yanlılarıyla İran’ın desteklediği Husiler arasındaki iç savaş
kıyasıya sürüyor. 28 milyon nüfuslu ülkenin yüzde 40’ı Şii, yüzde
60’ı Sünni. Mezhep ayrılığı bununla kalmıyor. Şiiler, Zeydi
kolundan, Sünnilerse Şafi kolundan.
İş, ayrılıklar üretmek olunca sonu gelmiyor. Bu
iki mezhebin çatışmasıyla alevlenen iç savaşta en çok çocuklar
ölüyor. Zira, açlık ilk onları vuruyor.
***
Bu güncel haberleri biraz kazıyınca altından
150 yılı aşan bir “paylaşılamayan Yemen”
çıkar.
Yemen, Yavuz Sultan
Selim’in 1517’de Kahire’ye girmesinden sonra Osmanlı
İmparatorluğu topraklarına katıldı. 1870’te Osmanlı’ya yönelik
büyük isyanlar başladı.
Neden 1870’te?
Çünkü 1869’da Süveyş Kanalı’nın inşası
tamamlandı, Akdeniz’le Kızıldeniz, devamında Hint Okyanusu
birleşti.
Dönemin sömürgeci ülkeleri Yemen’i kontrol
etmenin şart olduğunu görüyordu.
İmam Yahya’nın liderliğinde
başlayan Osmanlı’ya isyan kaç cana mal
oldu?
Bu soruya araştırmacılar şu ironik yanıtı
verir:
Sayı tam olarak bilinmiyor. Çünkü tarih,
gerçeği söylemekten ürküyor!
Osmanlı’nın sadece Yemen için kurduğu 7.
Ordu’da 300 bin kadar şehidimizin olduğu tahmin
ediliyor.
Yemen gezimde ortaokul
öğrencisi Şerif’le konuşurken
sormuştum:
-Türklerle ilgili öğrendiğin bilgi var mı?
“Evet” deyip devam etmişti: “Öğretmenimiz söyledi;
Yemen’in bir
adı da makbarat al Etrek. Yani Türkler
Mezarlığı!”
1914’te fiilen, 1918’de resmen Osmanlı
toprağından çıkan Yemen, 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca da
Kuzey Yemen ve Güney Yemen olarak ikiye
bölündü.
İki Yemen, 1991’de Sovyetler Birliği’nin
çökmesinden sonra 90’lı yılların ortasında
birleşti.
O birleşme de bugünkü birleşme!
***
Yemen, dünyadaki yedi önemli su yolundan
birini kontrol edebilecek topraklarda. O yüzden de küresel ve
bölgesel güçler rahat bırakmıyor. Hint Okyanusu’nu Kızıldeniz’e
bağlayan Bab el Mandap Boğazı’nın bir yanı Yemen, bir yanı Somali
ve Cibuti. Onlara da huzur haram.
Sözünü ettiğimiz yedi su yolundan sadece
İstanbul ve Çanakkale boğazlarının iki yakası aynı ülkeye ait. Bu
da Mustafa Kemal’in 9 Eylül
1922’den sonra adım adım 1936’daki Montrö Antlaşması’na kadar
sürdürdüğü diplomasi mücadelesinin
ürünüdür.
Mustafa Kemal Atatürk, sadece savaşın değil
barışın da kahramanı olduğunu en çok boğazlar konusunda
kanıtlamıştır.
Stratejik önem öyle bir şeydir ki,
kullanabilirseniz büyük bir güç olur, kullanamazsanız bir o kadar
büyük yük olur.
Atatürk, bir yandan bugünkü nankörlerin her
fırsatta saldırdığı devrimleri gerçekleştirirken bir yandan da
dünya devlerini boğazlardan atıyordu.
Amerkan arşivlerinde Montrö Antlaşması için şu
not vardır:
“Sıcak bir savaş olmaksızın yapılmış ilk su
yolu antlaşması...”
Bunu emperyalist bile görür de uşağı
görmez!