Gabriel Garcia Marquez mesleğimizi
tanımlarken, “gazeteci, yaşadığı çağın
tanığıdır” der.
Cüneyt Arcayürek, bu tanımın en canlı
örneklerinden biriydi. Elbet Türkiye koşullarında gazeteciler çağın
tanıklığını yaparken sanığı da olabiliyor. Arcayürek
de Menderes döneminde Akis dergisindeki
bir yazısı nedeniyle hapislikle tanışmıştı.
Bir habere ulaşma ve onu yayımlamada öylesine ödünsüzdü ki, yıllar
süren dostluklarını feda eder, haberi feda etmezdi.
Demirel ve Ecevit’le bu
nedenle biraz limoni ayrıldı.
Demirel’in Köşk’e çıkmasıyla birlikte danışman olarak onunla
çalışmaya başlaması da onun haberciliğini bitirmedi. Belki tam
tersi oldu. Köşk’ü noktalayıp yeniden Cumhuriyet’te yazmaya
başladığında her günkü 45 dakikalık kahve içimi konuşmalarımızın
ana konusu, Demirel-Çiller dönemi oldu. Çok
şeye tanıklık etmişti. Her şeyi olduğu gibi mi yazmalıydı, süzerek
mi?
İlhan Selçuk’un Ankara’ya aylık olağan
gelişlerinden birinde Çiftlik Merkez Lokantası’nda Arcayürek bu
ikilemi sorunca İlhan Ağabey, “en doğrusu hiç yazmaman” dedi.
Ertesi gün Cüneyt Abi, “tabii İlhan hiç muhabirlik
yapmadı ki” diye mırıldanıp Demirel-Çiller diyaloglarından
birini ballandıra ballandıra anlattıktan sonra ekledi:
“Yavv Balbay, bu da yazılmaz mı?”
Birkaç kez anlatmıştı; Demirel
için “barajlar kralı” manşetini atan oydu. Öyle
başlayan ilişki, danışmanlıkla en üst düzeye çıkmıştı, ama
Arcayürek yazmadan yapamazdı.