Son 10 yılda Türkiye’nin nereden nereye
geldiğine ilişkin araştırma, pek çok alanda
yaşanan “uçurum
derinleşmesinin” boyutlarını ortaya
koyuyor.
Ekonomide, toplumsal yaşamda, ortak değerlere
bakışta, akla gelebilecek her alanda, uçurum, kutuplaşma, kamplaşma
gibi sözcüklerin yetersiz kaldığı bir tablo
var.
Ekonomiden başlayalım... 2000’lerin başında
emeğin gayrisafi milli hasıladan aldığı pay yüzde 35’ti, şimdi
yüzde 17.
Buna karşılık her dört aileden biri yardımla
geçinir hale geldi. Hakkını değil, yardım isteyen bir toplum!
Emekli aylığı bağlama oranları 2008’den bu yana her yıl ortalama
yüzde 5 düşüyor. Emeklilik hakkını elde etmiş bir kişi üzerinden
baktığınızda, çok çalışarak emekli maaşınızın az bağlanmasını
sağlıyorsunuz. Aziz Nesin’lik
bir durum. Maaş bağlama oranları o kadar düştü ki, sonunda lütfedip
en düşük maaşın bin liranın altında olmaması için torba yasa
çıkardılar.
Son 10 yılda konut inşasında büyük artış var.
Ancak kiradaki aile sayısı yüzde 21’den yüzde 29’a çıkmış. Sadece
para değil, binalar da belli ellerde toplanıyor.
Toplumsal uçurum, köy-kent dengesinden ortak
değerlere bakışa kadar her alana
yansıyor.
Yerel seçimlere gidiyoruz. 2014 yılında 1285
belediye kapatıldı. Köyler de mahalle oldu. Böylece insanın
toprakla bağı koptu. Akla gelen gelmeyen her türlü tarımsal ürünü
ithal ediyoruz. En son kuru soğanın da gümrüksüz ithal ürünleri
arasına girmesi, insanın sadece gözlerini değil, yüreğini de
acıtıyor.
Bunca tarım ürünü topraklarımızdan kaybolup
giderken itibar iadesine kenevirden başlamak,
insana “Dileriz
arkası gelir” dedirtiyor.
Son tartışmalarla kenevirle ilgili de pek çok şey öğrendik. Belki
mercimeğin, nohutun da topluma faydalı olacak yönleri
vardır.