Dağlıca’dan gelen acı haberlerle yüreğimiz bir kez daha
dağlandı.
Tablo akla 1990’lı yılları getiriyor. Terörün bütün acımasızlığıyla
aralıksız sürdüğü günlerdi. Öyle ki; gazetelerin haber
merkezlerinde, akşam saatlerinde günün terör olaylarını toplamakla
görevli arkadaşlarımız vardı. Neredeyse tüm gazetelerin ortak tavrı
şuydu; şehit sayısı 5’in altında ise haber birinci sayfadan tek
sütun giriyordu, 10’un üzerinde ise büyüyordu. Zaman zaman daha
yüksek rakamlar yaşanır ve “ne oluyoruz”, “nereye
gidiyoruz” soruları yükselirdi.
Bugün de ne yazık ki benzer durumu yaşıyoruz. Hatta daha kötü bir
tablo söz konusu. Zira siyasal iradenin toplumsal bütünlük
sağlamada daha zayıf kaldığı, bir başka deyimle partisel çıkarların
ülkesel çıkarların üstünde göründüğü, bu yöndeki kuşkuların arttığı
bir sürecin içindeyiz.
Düne kadar, “devletin tek hâkimi benim, milli irediyi ben
temsil ediyorum, benim dışımda hiçbir kurum açıklama
yapamaz” diyen AKP, Dağlıca gerçeğini topluma açıklayamadı.
Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a hepsi “TSK açıklama
yapacak”deyip, çekildi.
***
TSK, beklenen açıklamayı akşam saatlerinde yaptı. O ana dek,
şehit rakamları birbirini kovalıyordu. Resmi açıklamaya göre 16
askerimiz şehit olmuştu. Böylesi olaylarda çok iyi bilinir ki, en
tehlikeli yayın organı fısıltı gazetesidir. Hem tirajı çabuk
yükselir hem de etkisini ölçmek güçleşir. Dün de öyle
oldu.
Ateş düştüğü yeri yakar derler ama, şehit haberlerinde öyle değil.
Gerçekten tüm Türkiye’yi yakıyor. Böylesine acı günlerden
geçiyoruz. Acının tam ortasında Cumhurbaşkanı’nın, 400 vekil
verilseydi bunların olmayacağını söylemesi, kafalarda zaten
kıpırdayıp duran kuşkuları daha da derinleştirdi. Daha önce de
Sağlık Bakanı benzer bir imada bulunmuştu.