İnsan bazı anlar olur, çok iyi tanıdığı bir kişiye bile sormadan
edemez:
Kimsin sen?
Öyle anlar gelir ki, bu sorunun yanıtını beklemeden, art arda
sormak ister...
Böyle bir dönemdeyiz...
Kimsin sen?
Bir sömürge valisi olsan; ülkeyi bu kadar germek olmaz dersin,
yazık olur dersin... Zira sömürge valisinin de yerine göre bir
dengesi vardır. Halkı karşısına almak istemez. Hele toplumun belli
bir kesimini düşman belleyip yandaşlarını onların üzerine salmanın
sürdürülemez bir şey olduğunu düşünür. Üstelik en sakin anda bile
bir kıvılcımın kendisi aleyhine bir kampanyaya döneceğini bilir,
ona göre hareket eder.
Demek ki değilsin...
İçimizden biri gibi görünüp başka bir ülkenin çıkarları uğruna
hüküm sürüyor olsan; bunun anlaşılmaması için bin dereden su
getirirsin. Tarihte olduğu gibi hizmet ettiğin ülkeyle görüntüde
düşman gibi olursun, ama perde gerisinden onların istediği her şeyi
verirsin. Hatta başka düşmanlar yaratır hedef
saptırırsın...
Bu da değilsin...
***
Gözünü iktidar hırsı bürümüş bir politikacı olsan; ülkenin bütün
makamlarını ele geçirdikten sonra bir durursun. Bundan sonra yeni
güçler elde etmek için değil, eldeki gücü korumak için mücadele
etmeli, diye düşünürsün.
Bunun yerine tam tersini yapıyorsun; kendi iktidarına karşı da
mücadeleye girişiyorsun.
Yıllarca milli irade, milli irade diye tutturdun, şimdi de milli
iradeyi yok sayarak ayakta kalmak istiyorsun.
Bu, politikacı hırsıyla ifade edilecek bir hal değil...
Ülkenin bütün değerlerini yıkmaya yemin etmiş bir başka davanın
adamı olsan; hangi davanın adamı olduğun belli olur. O zaman sana
en çok karşı çıkanlar bile, helal olsun der, kendi bildiği davanın
yolunda gözünü kırpmadan ilerliyor. On yıl önce dava yoldaşlarım
dediklerinle bugün kanlı bıçaklısın.
Tamam ortada yıkılmadık değer bırakmadın ama yerine ne koyacağın da
belli değil... Bu gidişle anayasanın adını
bile “banayasa” diye değiştireceksin. Çünkü ne zaman ne
istediğin belli değil. O günkü keyfine göre anayasa
oluşacak...
Demek ki bir davan da yok...