18 Mayıs çarşamba günü Başkent Üniversitesi’nde 19 Mayıs’ın 103. yılı nedeniyle düzenlenen konferans sonrasında üniversitenin kurucu rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’la kampus içinde bir tur attık.
Haberal Hoca 1994 yılındaki açılış günlerini ilk günkü heyecanla anlatırken şu anısını da paylaştı:
“O yazın en sıcak günleri... Mustafa Ekmekçi merak etmiş, ne yapıyoruz, ne zaman açılıyoruz diye. Elinde kâğıt kalem geldi. Birlikte tam olarak bitmemiş binaları dolaştık. Eğitimin ne zaman başlayacağını sordu. Üç ay sonra ders başı dedim. Ekmekçi yarım binalara bakıp üç ayda bitirin ben de gelip burada derse gireceğim dedi. Biz söylediğimiz zamanda her şeyi tamamladık. Mustafa Ekmekçi de yazdı, ilk derse girdi...”
Cumhuriyet’in okurla, toplumla en çok iç içe olan yazarlarından Mustafa Ekmekçi aramızdan ayrılalı 25 yıl oldu. Bir kuşaktan fazla zaman geçti. Ekmekçi bugün baskın olan gazeteci tarifinin çok ötesinde bir insandı.
Prof. Haberal’ın paylaştığı anısında olduğu gibi toplumun her kesimine dokunan, elinden not defterini düşürmeyen bir insandı.
Sözcüğün tam anlamıyla kimsesizlerin kimsesi idi. Kim hak arama mücadelesi içindeyse onun yanında biterdi. O da ne yapabiliyorsa daha fazlası için çaba harcardı.
12 Eylül’ün o keyfi gözaltılarının yoğun olduğu günlerde bir grup genç gözaltına mı alındı; önce gazeteyi arar haber verirdi. Sonra Emniyet’i arar, durumu sorardı. Gözaltı süresi uzayacaksa doğrudan Emniyet genel müdürünü arardı. Oradan sonuç alamazsa İçişleri Bakanı’nın peşine düşerdi. Ardından baroyu arar, Emniyet’e avukat göndermelerini isterdi. Bütün bilgileri topladıktan sonra ailelerini arardı.
Gazetecilik ekip çalışmasına pek uygun değildir. Daha çok bireysel başarılar öne çıkar. O nedenle de gazeteciler haber kaynaklarını, çevrelerini öteki gazetecilerle pek paylaşmak istemezler. Ekmekçi bunun tam tersini yapardı. Cumhuriyet Ankara temsilciliğimin ilk günlerinden 21 Mayıs 1997’de son nefesini verdiği günlere kadar odasına gelen herkesle beni tanıştırdı. Fakir Baykurt’un, Mehmet Başaran’ın, Dursun Akçam’ın elini ilk onun odasında sıktım.
O dönem yapılan bir araştırmada yazısında en çok öz Türkçe sözcük kullanan yazar seçilmişti. Türkçe sevdası bambaşkaydı.
Ekmekçi hayatta olsaydı bugün de hiç çekinmeden gerçekleri yazar, sorumluların yüzüne söyleyeceğini söylerdi.
Dün onu mezarı başında anarken ailesi, dostları anılarını paylaştılar. Her biri ötekinden insancaydı.
Sanki aramızda yaşıyor gibiydi.
Haldun Taner’in dediği gibi, ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
Yaşam bir yanıyla sonraki kuşaklara bırakılan anılar... Mustafa Ekmekçi bu yönüyle en zenginimiz.
O bütün yüzüne yayılan gülüşünle...